Yükseliş

Onur Akyıl

Madam Blavatsky konuğu gelene kadar karanlıkta bir süre bekledi. Konuk geldi ve bütün odaya doldu. Madam Blavatsky şimdi konuğun tümüyle kapladığı karanlığın içindeydi.  Madam Blavatsky’nin karanlığın kalbi olduğu düşünülebilir, öyle görülebilir, öyle anlaşılabilir.

              Konuk, Madam Blavatsky’ye yeni çağrısı için teşekkür etti. Onun yalnızlığa olan sadakatinden memnundu, yeni daveti bu yüzden hemen cevaplamış ve boğum boğum olmuş, yaşlı zamanın teninden geçerek onun yanına gelmiş, onu kaplamıştı. Burası, konuğun içi, dünyanın her şeyden sıyrıldığı bir yer gibiydi. Aydınlık, ışıltılı ya da insanca olmayan ama son derece huzurlu bir yer; belki siz burayı, konuğun içini, ölüme benzetebilirsiniz; ölüme ve onu sarıp sarmalayan toprağa.

               Çok geçmeden Madam Blavatsky’nin içinden ilk sözcükler döküldü, insan dilinin sözcükleri. Konuk dinledi. Sözcükler yeni çağrının nedeniyle ve bu nedenin kuvvetiyle ilgiliydi. Buranın, bu dünyadan sıyrılmış yerin, Konuk’un içinin dışında, insan hayatı bütün gürültüsüyle akıyordu. Sayılar toplanıp çıkarıldıklarında, çarpıp bölündüklerinde bilindik sonuçlar veriyorlardı; yemek yemeyenler acıkıyor, parası bitenler öfkeleniyor, hainler kazanıyor, saflar acı çekiyor, bilim evreni kavrıyor, bir dini olanlar ibadet ediyor, rüzgâr esiyor, yağmur yağıyor ve gök de gürlüyordu.

               Konuk, Madam Blavatsky’i dinledikten sonra, bu kısa bir hikâye, dedi. Madam Blavatsky yıkıldı, üzülmüştü. Konuk’un söylenenlere, bu kısa bir hikâye, demesi bir şeylerin doğru olmadığının işaretiydi. İnsanlar, dedi konuk, insan kalacaklar… Madam Blavatsky başını önüne eğdi, devam etti Konuk, beni bulmana rağmen sen de öyle kalacaksın.

               Madam Blavatsky ağlamaya başlamıştı. Bana izin vermelisin, dedi Konuk’a. Konuk bu defa duymazlıktan geldi Madam Blavatsky’i.

               Hiçbir şey öğrenmek zorunda değilsin. Dünyada olman her şeyi yeterince anlamsız kılıyor. Nesin sen? Bir anlatıcı mı yoksa? Senin çoktan kanatlarını biliyor olman gerekirdi. Çelikten, tunçtan ve en sert kayalardan olan kanatlarını bilemelisin. Çekimi yenmek başarıdır, zaferse onu yok etmektir; evet, böyle dedi Konuk.

               Madam Blavatsky insan olmanın bütün şaşkınlığını kusmaya başladı, gözlerinden. Bu ağlamaktan, az önceki durumdan çok daha farklıydı. Büyük bir yenik olduğunu, varlığını yenilmiş olmaya borçlu olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordu. Aptalca bile sayılamayacak heveslere kapılmış olmayı dilerdi; dünyayı değiştirmek, insanları eşitlemek, zenginliği paylaşmak, adil olmak… Bütün bunlar için oldukça geçti. Bu düşündüklerinin yalnızca bir bebeğin, doğduğunda, ciğerleri açılsın diye poposuna atılan tokatlar olduğundan emindi. Başka, çok başka bir şey işliyordu; havada, suda, toprakta çok ama çok başka bir şey. Bütün gün odun taşımış bir eşeğin zayıflığıyla, kadınlığımdan vazgeçebilirim, dedi.

               Çekimden çıkamıyorsun, dedi konuk bilge bir edayla. Anlamsız görüntüler geldi Madam Blavatsky’nin gözlerinin önüne, hepsi de buğulu görüntüler. Öyle ya ağlamıştı… Konuk, ağlamak her şeyi bulanık görmeni sağlıyor, diye ekledi ve sen bunun sürmesi için benden izin istiyorsun.

               Yeni çağrı değerini yitirmiş gibiydi Konuk için. Madam Blavatsky bir süre Konuk’un içinde dolandı, ıssız, bir çöle bile benzemeyen, bir çölden bile daha ıssız içinde Konuk’un. Gözleri dinmiş gibiydi ama Madam Blavatsky gözlerine bile güvenemeyeceğini düşünüyordu. Belki de hala ağlıyordu ama farkında değildi artık. Başka görüntüler görmeyi istedi, bulanık olmayan, buğulu olmayan görüntüler. Gerçekten de bir süre sonra madam Blavatsky’nin gözlerinden başka görüntüler geçmeye başladı ama ne yazık ki bunlar da buğulu, bulanık görüntülerdi. Yine de bu defa kendini kaçırmamayı seçti bu görüntülerden, neden sonra net bir görüntü gelip yerleşti gözlerinin önüne, üstelik öylece kaldı, geçip gitmedi, değişmedi.

               Her şeyin farkında olan Konuk, işte, dedi, kanatlarını bilemeye başlayabileceğin bir an.

               Madam Blavatsky’nin gözlerinin önündeki net görüntü, hatırlamasının pek de mümkün olmadığı bir oluşa aitti, annesini tanıyınca kendini de tanıdı ama. Dünyaya geliyordu, annesinin bacakları arasından yavaş yavaş çekmişlerdi onu, beline kadar dünyadaydı, geri kalan kısmı, o küçük ayakları hala annesinin içindeydi.

               Bu an, o çıkış, o dünyaya narin çekiliş kuşkusuz başlangıç sözcüğüne en yakışan şeydi. Bu bebek yaşayacağı her şeyle çıkıyordu annesinin içinden.

               Madam Blavatsky ürkek, ama, dedi, kanatlarım yok, sadece ben varım.

               Konuk bir insanın anlayabileceği biçimde güldü, doğru, dedi, görünürde kanatların yok, ben sana kanatların görünecek diye bir şey söylemedim, kanatların var, dedim.

               Madam Blavatsky ani bir hareketle Konuk’un içinden çıkmaya çalıştı, hayır, olmuyordu, Konuk’un içinden çıkamadı. Konuk’un ağırlığını hissetmeye başladı, şimdi sanki onu kapladığı gibi yavaş yavaş omuzlarına çöküyordu. Kaçmak, dedi Konuk, yalnızca daha çok ezilmeni sağlar, kaçmak için ne kadar çabalarsan, beni o kadar ağırlaştıracaksın.

               Yeni çağrısından pişman olmuştu Madam Blavatsky. Onu kaplayan Konuk ilk defa bunca yabancıydı. Düşmanlık, evet, belki de artık ona düşmanlık etmeye başlamıştı. Bir kez daha ani bir hareketle Konuk’un dışına çıkmayı denedi, son ise ona söylenen gibi oldu, omuzlarındaki baskı yavaş yavaş daha da arttı.

               Madam Blavatsky’nin ağzından beklenmeyen, kendisinin de beklemediği, bilinçdışı bir cümle döküldü: Kanatlarımın ezildiğini hissediyorum.

               Çelik, tunç ve taş, dedi Konuk.

               Lütfen beni bırak, dedi Madam Blavatsky Konuk’a. Çağrılar ve vazgeçişler, dedi Konuk.

               Daha önceki çağrılarda, konuşma bitince Konuk kendiliğinden kayboluyordu. Madam Blavatsky ondan daha önce hiç böyle bir şey istememişti. İlk çağrıdan beri ilk defa oluyordu bu. İlk çağrı… Madam Blavatsky’nin her şeyini kaybettiğini düşündüğü bir anda ellerini göğe kaldırıp yalnızca, yardım, dediği günden beri…

               Neden sonra omuzlarındaki baskının hafiflediğini hissetti Madam Blavatsky, üstelik oldukça hızlı bir içimde azalıyordu baskı. Konuk gitmişti ya da gidiyor olmalıydı…

               Bir süre sonra baskı tamamen kalktı Madam Blavatsky’nin omuzlarından.

               Madam Blavatsky bu karanlık yerden bir an önce çıkmak istedi. Gökyüzünü görmeye ihtiyacı vardı.

               Çıkış için bir kapı bulamadı. Mutlaka bir kapı olmalıydı. Kapının yerini hatırlamaya çalıştı. Kapının yerini hatırlayamadı. İşin kötüsü buraya nasıl geldiğine dair hiçbir şey hatırlayamadığını fark etti.

               Burası Konuk’la her zaman buluştuğu, gizli, karanlık oda değil miydi yoksa?

               Hayır, değildi.

               Madam Blavatsky bileylenmemiş kanatlarıyla göğe doğru yükseldi. Ağzında toprak parçaları vardı.