Dünyanın gelmiş geçmiş bütün bilgi birikimi hızlı bir şekilde dijitale aktarılıyor. Sürekli bir gelişim aşamasında olan bu yeni dünya eski dünyanın değerlerini muhakkak içinde taşıyacaktır. Kendi yaşadığı dünyayla bile başa çıkmakta zorlanan, dünyanın demokratikleşmesi, özgürleşmesi için mücadele verecek takati kalmayan, yorgun insan, dijital dünyayı nasıl özgürleştirecek? Dijital dünyada demokratik bir ortam yaratabilecek mi?
Gerçek dünya ile dijital dünya arasındaki farklardan bir tanesi gerçek dünyada neo-liberal saldırılara rağmen kamusal alanın ve kamusal çıkarların her şeye rağmen hâlâ önemli olduğunun bilincinin var olmasıdır. Kamusal alana önem verilmesine, yapılan ideolojik bütün saldırılara karşın toplumların bu hassasiyetten vazgeçmemeleridir. Buna karşın dijital dünya tamamen kapitalist tekelci teknoloji şirketlerinin yarattığı bir alandır. Dijital alanın kamusallaşması veya kamusal çıkarların korunması imkânsızdır. Bundan dolayı dijital alandaki varlık inşaasıyla gerçek dünyadaki varlık inşaası birbirinden farklılıklar gösterecektir. Her iki dünyayı oluşturan dinamikler zaman zaman aynı olsa da dijital dünyanın tamamen sermaye gruplarının tekelinde olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir.
Yazarın veya şairin dijital kimliğiyle bu alanda varlık göstermesi eleştirel düşüncenin sonunu getirebilir. Dijital dünyadaki varlık bilinci çok daha rekabetçi, yalnız, yıkıcı ilişkiler üzerine kurulmaktadır. Bunları sermaye doğası gereği dayatmaktadır.
Birinci Hayat ve İkinci Hayat olarak ayrımı yapılan hayatlarımız birbirinin uzantısı veya devamı olarak yorumlanabilir. İkinci Dünya (sanal dünya) Birinci Dünya (gerçek dünya) üzerinde her zaman hegemonya kurmaya çalışmaktadır. Bu hegemonya sanal dünyanın içinde kamusal çıkarları koruyan hiçbir yaptırımın olmamasından kaynaklıdır. Burası tamamen tekelci şirketlerin kurduğu, yönettiği ve çıkarlarını koruduğu bir dünyadır. Sanal dünyanın gerçek dünya üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonya bu nedenle kaçınılmazdır. Yazar ve şair bu baskıdan nasıl kurtulacaktır? Dayatmacı ilişkiler ağından kendini soyutlayabilir mi?
Sanal dünyanın gerçek dünyayı kuşatması, bu dünyadaki ilişkiler ağını değiştirmesi olabildiğince hızlı bir şekilde tamamlanmak istenecektir. Teknoloji sermayesinin sanal dünyadaki tahakkümüne karşı yapılabilecek tek bir şey vardır. O da bu alandaki direniş odaklarını yaratmak ve çoğaltmaktır.
Bütün hayatımız kendi rızamız bile olmadan başka bir zemine aktarılırken, bu yeni zemin üzerinde düşünmeye bile fırsatımız olmuyor. Edebiyatçılarımız oluşan bu sanal dünyanın içinde ne yapacak? Bu durumdan nasıl etkilenecek? Edebiyatçılarımızın sanal dünyadaki varlıklarını hangi açılardan incelemeliyiz? İnsanların dijital dünyada avatarları varken, edebiyatçılarımızın avatarı olacak mı? Edebiyatçıların avatarlarının olması edebiyat dünyasında ne gibi değişikliklere yol açacak? Edebiyatçıların avatarlarının olması metinde neleri doğuracak? Edebiyatçının dijital kimliğinin olması edebiyatın sonunu mu getirecek?
Avatar
Aaron Britt, New York Times Magazine için kaleme aldığı makalede “Avatar” sözcüğünün Sanskrit dilinde “avatra” sözcüğünden türediğini ifade eder. Avatar sözcüğünün ise İngilizcede ilk kez 1784 yılında göründüğünü, avatarın anlamının ise Tanrı’nın insan görünümünde form alması anlamına geldiğini belirtir. Vishnu Tanrısı’nın ismini vererek bu durumu örneklendirir. Avatar sözcüğünün çoğalarak, oyuncuların ikinci hayatları sayılabilecek çevrimiçi sanal dünyada çevrim içi veya görsel karakterlerine (online persona-virtual persona) (Yazar burada “persona” sözcüğünü kullanıyor. Bu sözcük bir kişinin karakterini yansıtması veya karakterinin başkaları tarafından algılanması anlamındadır) verilen ismin olduğunu söyler. (Britt, 2008)
Britt’in yaptığı açıklamadan avatar sözcüğü ile ilgili birbirinden farklı ancak birbirini tamamlayan üç konu başlığı çıkartabiliriz. Birincisi avatra sözcüğünün Hindu dini inanışından yola çıkarak Vishnu Tanrısı’nın insan formuna girmesi, insanın tanrılaşması, ikinci başlık ikinci hayat kavramı, son başlık ise çevrim içi persona- görsel persona (online persona-virtual persona)’dır.
İnsanın Tanrılaşması
Avatar sözcüğünün kökü olan avatra sözcüğünden yola çıkarak her iki sözcüğün kullanım alanları açısından birbirini tamamladığını görmek mümkündür. Tanrının insan formu alarak dünyada görünür olmasıyla, sanal dünyada insanın çevrim içi persona formuna girerek orada görünür olması birbirini tamamlayan iki hikâyedir. Bu yazının odak noktası birinci hikâye değildir. Birinci hikâyenin ilham verdiği ikinci hikâyedir.
İnsan 4. Sanayi Devrimi’yle birlikte çevrim içi persona-online persona formlarına girerek sonsuzlaşma arzusunu gerçekleştirme sürecinin içine girmiştir. İnsanın karakteri, arzuları, beklentileri, hayalleri, üzüntüleri kişisel tarihiyle birlikte, nelere nasıl tepki vereceği algoritmalarla hesaplanıp, gelecekte karşılacağı olaylara vereceği tepkilerde belirlenerek kişi sonsuzlaşacaktır. Örneğin İbrahim isminde bir kişiyi ele alalım. İbrahim’in neleri beğendiği, nelerden öfkelendiği, hangi konularda hassas olduğu, hangi kitapları sevdiği gibi İbrahim’e ait veriler interneti kullandığı anda “data” olarak sisteme yüklenmiştir. İnterneti kullanmaya devam ettiği süreç içinde de İbrahim bu verileri paylaşmaya devam etmektedir. Yapay zeka İbrahim’e ait bütün verileri toplamaktadır. İbrahim’in dijital kopyası olan İbrahim’in avatarı sistemde oluşmuş, ortaya çıkmış durumdadır. Bu sizin iradenizle belirlenebilecek bir konu değildir. Hatta yapay zeka İbrahim’in kendine bile itiraf edemeyeceği karakter özelliklerini bilmektedir. Bir açıdan yapay zekanın avatarlarımız sayesinde bizi bizden daha iyi tanıdığı sonucuna da ulaşabiliriz. İnsanlığın bütün verilerinin toplanması, bunların kayıt altına alınması bu yazının konusu değildir. Ancak veri bankalarının oluşması ve bunun edebiyata etkisinin ne olacağı ileriki yazılarımdan bir tanesinin konusu olabilir.
İbrahim bundan sonra verilerinin toplanmasıyla birlikte avatarıyla sonsuzlaşmıştır. İbrahim sanal gerçekliğin içinde asla ölmeyecektir. Algoritmaların çıkaracağı olasılıklar üzerinden İbrahim’in kişisel özellikleri, İbrahim’in özünden yola çıkarak gelişmeye devam edecektir. Buradaki en büyük sorunlardan bir tanesi İbrahim’in duygularıyla ilgilidir. İbrahim’in duyguları bu sonsuzlaşma sürecinde nasıl bir evrim yaşayacaktır? Duygularımızı algoritmaların içine sıkıştırabilir miyiz? Duygularımız algoritmalar sayesinde hesaplanıp, gelecekte olaylara vereceğimiz tepkiler öngörülebilir mi? Duygu nedir? Duyguları oluşturan etmenler nelerdir? Buna benzer soruların net cevapları bilimsel bağlamda ortaya konabilirse, insanın duyguları da kurgulanabilir demektir. İnsanın sezgilerini herhangi bir zeminde değerlendirebilir miyiz? Geleceğin dünyasında insanın sezgilerine gerek var mı?
İbrahim bir yazar bir şair de olabilir. İbrahim’in verilerinin bir edebiyatçı olarak toplanıp avatarının oluşturulması ayrı bir konu başlığıyken, İbrahim’in edebiyatçı bir kimliği olmadan bir avatarının oluşturulup, edebiyatçının İbrahim’i metinlerinde sorunsallaştırması başka bir konudur. Yazının bu aşamasında “Edebiyatçı’nın Avatar Olarak Portresi” ve “Avatarın Edebiyatçı tarafından Çizilen Portresi” olarak avatar kavramını edebiyatçı açısından ikiye ayırıyorum.
İkinci Hayat-Second Life
Ensslin, Truong’dan yaptığı aktarmayla ikinci hayatı şöyle tanımlar; İkinci Hayat-Second Life kavramı San Francisco merkezli Linden Lab şirketi tarafından 2003 yılında insanların kendi görsel temsilleriyle oyun oynayarak eğlenmeleriydi. İnsanlar ikinci hayat kavramıyla keşfedecek, sosyalleşecek, siber seks yapacaklar, sanat yapacaklar, iş alanı yaratacaklar, evler inşaa edecekler, alış veriş yapacaklar ve vergi ödeyeceklerdi. (Ensslin, 2018, syf. 243)
İkinci hayat, Philip K. Dick’in 1964 yılında yayınlanan The Simulacra (Dick, 2004) romanından yola çıkarak Jean Baudrillard’ın çok önemli bir çalışması olan “Simulakrlar ve Simülasyon” isimli çalışmasıyla yakın ilişki içindedir. Baudrillard gerçekliğin modeller aracılığıyla üretilmesine hipergerçeklik veya simülasyon dendiğini vurgulamaktadır (Baudrillard, 2017, syf. 13). Baudrillard aynı zamanda simülasyonun gerçek ve kopya arasındaki farkı yok etmeye çalıştığının altını çizmektedir (Baudrillard, 2017, syf. 16). Bugün ikinci hayat denilen kavram tam anlamıyla bizim sanal ortamdaki kopyalarımızın yani avatarlarımızın varlığıdır. Başka bir deyişle bizlerin simülasyonudur.
Bir simülasyon olarak bizlerin avatarlarımızın sanal ortamda ikinci bir hayatları vardır. Bu ikinci hayatın birinci hayatla birebir örtüşmesinin gereklililiği yoktur. Ne yazık ki kimse böyle bir beklenti içinde de değildir. Yani siz birinci hayatınızda bir dolandırıcı olabiliyorken, ikinci hayatınızda çok dürüst bir kişi imajı oluşturabilirsiniz. Sanal ortamda sürekli kitap görselleri paylaşarak çok kitap okuyan, hayvan fotoğrafları paylaşarak hayvanlara duyarlı bir kişi imajı da oluşturabilirsiniz. Paylaştıklarınız ve paylaşımlarınıza ek olarak sanal ortamda aradıklarınız sizin dijital kimliğinizi oluşturur. Dijital kimliğiniz sizin avatarınız, simülasyonunuzdur. Bu noktada, sanal gerçekliğin içinde paylaşıyorsanız, arıyorsanız aktif bir avatarınız var ise dijital toplumun içinde belirginsiniz, görünürsünüz diyebiliriz. Hatta dijital toplumda görünür olmanız gerçek hayatın içinde görünür olduğunuz algısını yaratacaktır. İnsanın sokakla olan bağı her geçen gün zayıflıyor. Artık beklenti insanların sokakta var olmaları değil dijital alanda var olmalarıdır. Dijital alanda var olursanız var kabul ediliyorsunuz. Gerçek ve kopya arasındaki ayrım, Baudrillard’ın da işaret ettiği gibi ortadan kalkma noktasındadır. Bunun yanında, zaman zaman sanal olanın gerçek olanı, kopya olanın gerçek olanı belirlemeye başladığını da görmekteyiz. Bu çatışmanın sebeplerini yazının başında aktarmıştım.
Teolojik olarak ise bugüne kadar hep ikinci hayat olarak cennet ve cehennem tasvirleri yapılırken, 4. Sanayi Devrimi’nin bir getirisi olarak teolojik bağlamdaki ikinci hayatlarımız üçüncü hayat olarak ötelenmiş yerini sanal gerçekliğin içindeki hayatımıza bırakmıştır. Çok Tanrılı dinlerden bugüne, öldükten sonra gidilecek veya varılacak mekan anlayışı ilk kez bu yüzyılda ötelenmiş durumdadır. Teoloji açısından yaşanan bu gelişmeler yeni tartışmaları doğurmuştur.
Peki edebiyatçı çizmeye çalıştığım bu tablonun neresindedir? Edebiyatçı bütün bu gelişmelerden nasıl etkilenmiş veya etkilenecektir?
Çevrim İçi Persona-Görsel Persona
i.Edebiyatçı’nın Avatar Olarak Portresi
Bir şairin veya yazarın avatarının olmasını iki farklı başlık altında tartışabiliriz. Birincisi edebiyatçının avatarının olması demek, edebiyatçının sanal dünyanın içindeki yeni ilişkileri görebilmesini, deneyimleyebilmesini sağlayacaktır. Başka bir deyişle edebiyatçı dijital kimliğiyle dijital sınırların içine girip o dünyaya tanıklık edecektir. Gerçek dünyada kurulan ilişkilerle sanal dünyada kurulan ilişkiler birebir örtüşür mü? Gerçek dünyanın sosyolojisiyle sanal dünyanın sosyolojisi arasındaki farklar nelerdir? Yazının başında da belirttiğim gibi her ne kadar bu iki dünya birbirinin devamı gibi görünse de oturdukları zeminler farklıdır. Gerçek dünyanın ne kadar kamusal olduğu tartışma kaldırırken, sanal dünyada baktığımız gökyüzü ve güneş dâhil her şey özelleşmiş durumdadır. Her şeyin bir sahibi ve yaratıcısı vardır. Sanal dünya dayattığı koşullar, köle toplumlarının içinde bulundukları esaretten bile daha kötüdür. Bir kölenin güneşe ve gökyüzüne bakma özgürlüğü vardı. O güneşin ve gökyüzünün sahibi yoktu. Oysa sanal dünyada güneşin ve gökyüzünün sahipleri istedikleri zaman o güneşi söndürebilir o gökyüzünü yeryüzü yapabilir. Sadece bizler bunun farkında değiliz. Tam tersi özgür olduğumuzu düşünmekteyiz. Doğrusu o dünyayı tekelleşmiş kapitalist teknoloji şirketleri yarattığından sanal dünyadaki sosyoloji, insanlığın bugüne kadar hiç deneyimleyemediği kapitalizmin en üst düzey ilişkiler ağını barındırmaktadır. Yeni dünya budur demek istemiyorum ancak görünen odur ki, insanlık uzunca bir süre bu sanal dünyanın içinde yaşayacaktır. Edebiyatçının bu dijital kimliğe sahip olması demek bu habitatın içinde oluşan yeni, yıkıcı, korkunç ilişkileri kavrayıp, yazdığı metinlerde bu ilişkileri aktararak bugüne kadar yazılmamış metinler ortaya koyması demek olacaktır. Bunun tersi de olabilir tabii ki… Edebiyatçı artık edebiyatçı olmaktan çıkar. Eleştirel düşünme, bakma yetilerini kaybeder ve o da, özgür olduğunu hissederek köleleşir.
Meselenin yıkıcı tarafından değil yaratıcı tarafından bakacak olursak, edebiyatçının eleştirel, yaratıcı süzgecinden geçerek ortaya çıkacak metinler içinden geçtiğimiz dijitalleşme sürecini anlamamızda, tanımlamamızda bizlere yardımcı olacaktır. Okurların yanında mühendislerin ve sosyal bilimcilerin de bu karanlık dünyayı farklı açılardan kavramasına olanak sağlayacaktır. En önemlisi bu yeni habitat karşısında ne yapacağımıza dair tartışmalar, sorular ve cevaplar yaratacaktır. Edebiyatçı dünyanın gelmiş geçmiş en korkunç döneminin içinde başka ne işe yarar ki?
Önemli olan içinden geçtiğimiz bu sürecin farkında olmaktır. Bu edebiyatçının sadece sanal dünyayla ilgili metinler çıkaracağı anlamına gelmiyor. Bu dünyaları birbirinden net bir şekilde ayırmak mümkün değildir. Bu dünyalar iç içe geçmiştir. Etkileşim içindedirler. Amerika ve Avrupa’da üretilen diziler ve sinema filmleri bahsetmiş olduğum meseleyi, dünyalar arasındaki geçişleri çalışmalarında işlemekte, bu konuları tartışmaktadır. Sosyal bilimler yoğun bir şekilde bu dünyayı anlamak için çalışmalar üretmektedir.
Bilim Kurgu edebiyatıyla birlikte özellikle Amerikan ve Avrupa edebiyatları bu konuları 20. yy başından beri düşünmekte, bu konulara dair metinler üretmektedir. Hatta bugün kullandığımız birçok teknolojik ürünün veya içinde bulunduğumuz dijital dünyanın mimarları bilim kurgu yazarlarıdır diyebiliriz. Her ne kadar Türkçede bilim kurgu edebiyatı için metinler üreten yazarlar ikinci veya üçüncü sınıf bir muamele görse de, batı için bilim kurgu edebiyatı çok önemlidir. Türkçe edebiyat ortamı bu meselenin üzerine gitmelidir. Kendine has doğu ve batı sentezinden çıkacak yeni bir bilim kurgu edebiyatı ortaya koyup, dünya edebiyat tarihi içinde önemli bir yere sahip olabilir. Aksi takdirde Türkçe edebiyatın dünyadaki temsiliyeti oryantalist söylemlerin içine sıkıştırılarak anılmaya devam edilecektir. Bugün Elif Şafak ve Orhan Pamuk gibi yazarların batıdaki temsiliyetleri ne yazık ki oryantalizmi aşamamıştır.
Bir edebiyatçının avatarının olmasının ikinci sonucu edebiyatçının ölümsüzleşmesi olacaktır. Özellikle 4. Sanayi Devrimi’nden sonra doğan edebiyatçılar doğdukları andan itibaren bütün verileri sisteme kayıtlı olduğundan sisteme entegre olmuş bir hayatları olacaktır. Fiziksel anlamda da yapılan yapay organlarla yaşam süreleri uzatılırken, sistem içinde avatarları sayesinde ölümsüzleşeceklerdir. Yapay zeka kişinin bütün verilerini kayıt altına aldıktan sonra kişinin olaylara vereceği olası tepkileri ön görebilecek bir teknolojiye sahiptir. Bu algoritmalar ve bu algoritmaların hesaplanmasıyla bağlantılıdır. Orhan Pamuk üzerinden bu durumu örneklendirelim. Yapay zeka Orhan Pamuk’u, Orhan Pamuk’un avatarı sayesinde kayıt altına alacaktır. Orhan Pamuk’un beğenilerinden beğenmediklerine kadar her şey bir veri olarak sisteme kayıt edilecektir. Akabinde Orhan Pamuk’un bugüne değin yazdığı kitaplar da yapay zeka tarafından incelenecektir. Orhan Pamuk’un dili, olaylara yaklaşımı, karakter yaratımları gibi bir çok meselenin tabiri caizse kalıbı çıkarılacaktır. Orhan Pamuk fiziksel olarak ölse bile avatarı sayesinde yapay zeka yardımıyla ölümsüzleşecek ve roman yazmaya devam edecektir. Bu mümkün müdür?
Smith, California Magazine’de “Will AI Write the Next Great American Novel?” başlıklı yazısında bu konuya değinmektedir. Smith yazdığı makalede Generative Pre-trained Transformer 3 (GPT-3) teknolojisinden bahsetmektedir. Bu program insanların ürettiği metinlere benzer, derin öğrenme metodunu kullanan bir dil modelidir. Bu makalede okuyucularına ilginç bir örnek sunmaktadır. Metnin bir bölümünü kendi yazarken geri kalan bölümünü yapay zekanın yazdığını sonra kendisinin daha sonra yapay zekanın yazmaya devam ettiğini göstermektedir. (Smith, 2021.) Bu konuyu ve bu konu etrafında dönen tartışmaları başka bir yazımda derinlemesine tartışmaya çalışacağım. Yukarıda avatarın yapay zeka destekli roman veya şiir yazıp yazamayacağı problemi artık ortadan kalkmıştır. Bu noktada başka bir soru açığa çıkıyor. Metin nedir? Ne işe yarar? İnsan edebiyatçının ve avatar edebiyatçının ürettiği metinler arasındaki ayrımı neye göre yapacağız? Bu derin bir tartışma konusudur. Yakın gelecekte gündemimizi de epeyi meşgul edecektir.
Orhan Pamuk öldükten sonra avatarı yapay zeka yardımıyla romanlarını üretmeye devam edecektir. Yapay zekanın metin üretmeye başlaması dünya edebiyatında çığır açacak yeni bir gelişmedir. Orhan Pamuk’un ölümsüzleşmesi ve sonsuza değin metin üretmesi ne anlama gelecektir? Bu ne gibi sonuçlar doğuracaktır? Orhan Pamuk’un avatarı kimin elinde olacak? Orhan Pamuk dijital kopyasının avatarını satacak mı? Orhan Pamuk’un hayattayken ortaya koyduğu duruş avatarıyla tehlikeye girer mi?
Orhan Pamuk’un yazar olarak avatarının mülkiyetini muhakkak yayınevleri satın almak isteyecektir. Orhan Pamuk’un avatarını satın alan yayınevi klasik anlamda bir yayınevi de olmayacaktır artık. Bu yayınevlerinin de çok farklı bir dönüşüm içine gireceğini göstermektedir. Yayınevleri teknolojiyle buluşabildiği ölçüde yaşayacak, buluşamayanlar ya kapanacak ya da küçülmeye gidecektir. Çünkü geleceğin metinlerini yayınevleri sadece basmakla kalmayacak, o dünyayı canlandırması da talep edilecektir. Bir önceki yazımda bu konuya biraz değinmiştim. Belki de artık metinle okuyucu arasındaki ilişki okumak üzerinden değil bakmak üzerinden kurulacaktır. Nitekim bu şekilde çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.
Konumuza geri dönecek olursak, Pamuk’un avatarının yayıneviyle kuracağı ilişki Pamuk’un hem kişisel verilerini hem de gerçek dünyada oluşturduğu edebiyat külliyatını metalaştıracaktır. Dolayısıyla yazarın veya şairin toplumsal anlamda görevinin ne olduğu tekrar tartışılacaktır. Yazar ve şair dijital kopyasını daha fazla telif almak için neden satmasın? Kazancını sadece edebiyat üzerinden sağlayan edebiyatçılar iyi koşullarda yaşamak için neden “varlıklarının” telifini yayınevlerine bırakmasın? Bu durumun işaret ettiği nokta her ne kadar beni umutsuzluğa, karamsarlığa sürüklese de umudumu yitirmemek istiyorum.
Eleştirel bakış açısı edebiyatçının yazdığı metinlerde ortadan kalkarsa o metinlerin tuvalet kağıtlarından farkı kalır mı? Bugün durum ne kadar farklıdır? Bunun olması için, edebiyatçının avatarının mı olması lazım? Hayır! Bugün yazılan metinler tamamıyla eleştirel bakış açısından yoksundur diyemeyiz. Bunu bu şekilde ifade etmek acımasızca olur ancak bütün metinlerden eleştirel bakış açısı taşıyor da diyemiyoruz ne yazık ki…
ii. Avatarın Edebiyatçı Tarafından Çizilen Portresi
Şu ana kadar edebiyatçı ve avatar arasındaki ilişkiyi edebiyatçının kendi öznelinde tartışmaya çalıştım. Şimdi ise edebiyatçının metinlerinde avatarın karakter olarak yer alması mevzusuna değinmeye çalışacağım. Avatarın varlığının edebiyata getireceği önemli yeniliklerden bir tanesi avatarların edebiyat karakterleri olarak metin içinde yer alması olacaktır.
Şiirde ama özellikle düz metinlerde edebi karakter bir metnin önemli bileşenlerinden bir tanesidir. Bugüne değin her ne kadar bu metinlerdeki karakterler kurgusal olmuşsa da yazar veya şair bir kopyanın yaratım sürecinin içine girmemiştir. Merhaba isminde bir karakteri ele alalım. Edebiyatçı bu karakteri oluştururken bu karakterin gerçek hayattaki ilişkilerinden yola çıkarak, yazacağı metinde ona yer verecektir. Dijitalleşmeyle birlikte yazarın veya şairin gündemine dijitalleşmenin getireceği sorunlar, konular, ilişkiler de gelecektir. Merhaba karakteri metnin içinde bir kurgu olmasına rağmen Merhaba karakterinin avatarını da edebiyatçı oluşturacaktır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse kurgunun (Merhaba) kopyasını (avatar) karakter olarak kurgulayacaktır. Burada metnin özüne dair ilginç bir anlatım açığa çıkacaktır. Anlatım dili avatar sayesinde iki katmanlı olacaktır. Merhaba’nın gerçek hayattaki varlığı (kurgu olmasına rağmen ifade etmek açısından gerçek kavramını kullanıyorum) ve onun dijital dünyadaki varlığı metinde aktarılmaya çalışılınca anlatım boyunca birbirine paralel çok katmanlı anlatımlar ortaya çıkacaktır. Merhaba üzerinden bir anlatıma başlarken yazar, onun kopyası üzerinden başka bir anlatıma da başlamak zorunda kalacaktır. Metinler karakterler üzerinden gerek avatarlar aracılığıyla gerek klasik karakterler aracılığıyla çok katmanlı anlatımları barındıracaktır. Yaşar Kemal’in meşhur İnce Memed karakterini ele alalım. Yaşar Kemal romanında İnce Memed karakteriyle tek katmanlı bir anlatım gerçekleştirir. Bütün hikayeler bir dünyada ya da aynı zeminde konumlanmaktadır. İkinci Hayat kavramıyla, avatarlarla birlikte İnce Memed bu koşullarda yazılmış olsaydı Yaşar Kemal İnce Memed’in avatarını yani ikinci hayatını da romanında oluşturmak zorunda kalacaktı. Bu da kaçınılmaz olarak Yaşar Kemal’in çok katmanlı bir anlatıma, paralel anlatımlara başvurmasını sağlayacaktır.
Söylemeye çalıştığım şey yazarın karakterlerinin rüyaları üzerinden başka anlatılar oluşturması değildir teknik anlamda. Burda da anlatım katmanlaşıyor, doğrudur. Burada yazar bu şekilde bir anlatımı tercih ederse bunu yapar. Benim ifade etmeye çalıştığım nokta, ikinci hayatın bir vazgeçilmez olarak bizim karşımızda durması ve çok katmanlı anlatımın hem şair hem de yazar açısından kaçınılmaz olacağıdır.
Sonuç
Ortaya koymaya çalıştığım öngörüler, bilimsel veriler ve gelişmeler dikkate alınarak okuyucunun dikkatine sunulmuştur. Edebiyat, teknolojik gelişmelere bağlı olarak tarih boyunca değişimler geçirmiştir. Edebiyatın değişim içinde olmasının sebebi teknolojidir. Edebiyat sosyolojisinin beslendiği alanlardan en önemlisi teknolojidir. Bilim kurgu edebiyatı teknoloji ve edebiyat arasındaki ilişkiyi örneklendirme açısından dikkat çekicidir. Bu ilişkiyi sadece bilim kurgu edebiyatına indirgemek yeterli değildir. Teknoloji hayatın kendisidir. Ne yazık ki Türkçe düşün dünyasında teknoloji ve edebiyat arasındaki ilişki derinlemesine incelenmemiştir. 1968 yılında Stanley Kubrick’in çekmiş olduğu “2001: A Space Odyssey” filmi bu konuya güzel bir örnek olabilir. Hikaye bir kemiğin silah olarak kullanılmasıyla başlar. Sonra o kemik havada bir uyduya dönüşür. Teknoloji insandır. İnsanın hikâyesi ve yeryüzündeki bu hakimiyetinin sebebidir.
Yazarın ve şairin içinde bulunduğu yeni koşulları bir an önce tartışmaya başlamak, anlamaya çalışmak yazarın ve şairin özerkliğini, özgürlüğünü savunmak için elzemdir. Özgür olmayan, düşünceleri sistem tarafından ele geçirilen yazarların ve şairlerin üreteceği metinler ilerde bizler için tehlikeli olacaktır. O an geldiğinde içinde bulunduğumuz esaretin esaret olduğunu, özgürlük olmadığını söyleyecek kimse kalmayabilir.
Referans
Baudrillard, Jean. (2017). Simülakrlar ve Simülasyon. Çev. Oğuz Adanır. Doğu Batı Yayınları. Ankara.
Britt, A. (2008, August 8). Avatar. New York Times. https://www.nytimes.com/2008/08/10/magazine/10wwln-guest- t.html#:~:text=Derived%20from%20the%20Sanskrit%20avatra,%2C%E2%80%9D%20of%20the%20god%20himself.
Dick, K. Philip. (2004). The Simulacra. Orian Publishing Group. London.
Ensslin, Astrid. (2018). Linden Lab’s Second Life. Routledge Companion to Imaginary Worlds Editors: Mark J.P. Wolf. Routledge. New York.
Smith, L. (2021, March 15). Will AI Write the Next Great American Novel? Cal Alumni Association. https://alumni.berkeley.edu/california-magazine/spring-2021/will-ai-write-the-next-great-american-novel