Max Frisch
(…)
Neden?
Hayata sorulabilecek en kaba soru bu olsa gerek…
Biri satranç oynuyor, diğeri borsa haberleri okuyor, bir diğeri yeşil kutusunun içinde biriktirdiği çekirgeleri izliyor aynı ciddiyetle, diğerleri kafalarını gömmüş neredeyse tutkuyla bulmaca çözüyor.
Neden?
Bir şey olsun yapmak zorunda insan; yoksa hayatı boyunca öyle oturup boşluğa bakarak Tanrı’nın nedensiz bir can sıkıntısı içinde insanla kastettiği şeyin ne olduğu üzerine derin düşüncelere mi dalmalı?
İnsan çatırdayan ateşe bakıp ilk hangi odunun yanacağını tahmin edebilir ya da masa örtüsünden sarkan püskülleri sayabilir, nabzını dinleyebilir ya da halıdaki iç içe geçmiş desenlere bakıp daha başka nasıl desenler olabilirdi diye düşünebilir, mütemadiyen söyleyecek önemli şeyleri olan bir gazeteyi okuyabilir ya da sigara içebilir, hararetli konuşmalar yapabilir ya da kendini dinleyebilir. Öyle çok şey yapabilir ki. Kendini eğitime hasredebilir, örneğin bilime adayabilir kendini, vaktiyle yaşamış halkların kırık dökük kemiklerini inceleyebilir ya da iki yıldızın birbirine en yakın oldukları zamanı hesaplayabilir, bir yıldırımın ısısını tayin edebilir ya da belki de pullarını şimdiye dek kimselerin araştırmadığı balıkları ele alabilir. O kadar çok pul, yıldız ve kemik kalıntısı var ki insan bunları saymadan, kayda geçirmeden ve aralarındaki farkı ortaya koymadan ölebilir.
Neden?
Ya da insan şair de olabilir, kaşlarını çatıp dolaşabilir ve çok önemli gördüğü bir kafiyeyi bulamadığı için ümitsizliğe kapılabilir; tefekküre dalabilir, belki de bir dizeye saatlerini, haftalarını, yıllarını hasredebilir, tüm varlığından geçebilir ve hiçliği, tınlayan sözcüklere bürüyebilir.
Meşguliyet her şeydir.
Neden bir diğeri gidip dünyamızı taklalar atarak dolaşmasın ya da Nordgrat’a tırmanma hırsına kapılmasın ki?
İnsan illa bir şeyler yapmalı!
Bazen bir odun tümüyle yandığında hafifçe bir şeyler kayıyor şöminede; bunun üzerine biri demir maşayı alıp ateş sönmesin diye bir odun daha koyuyor, böylece bir yarım saat daha çıtırtılar duyuluyor.
İnsanın yerinden fırlayıp masaya bir yumrum indirmek istediği, herkesi sarsmak, ürkütmek istediği anlar oluyor! Onlara şunu ya da bunu neden yaptıklarını bilip bilmediklerini sormak istediği anlar! Onların soğukkanlı, kendinden emin yüzlerini yırtmak, alaşığı etmek istediği anlar var – evet, kâğıttan bir maskeymişçesine yırtmak! Ve acaba biliyorlar mı neden böyle bir surat takındıklarını, sabahleyin yataktan kalkıp giyinme sebeplerini, ne için okuduklarını, çalıştıklarını, oyun oynadıklarını; tüm bunlar ne için? Belki de bilmiyorlar ve yaşamak nihayetinde sadece şanından ya da eski bir gelenek olduğundan böyle. Bütün şeylerin ardında kendini gösteren bu dipsiz boşluğu ve can sıkıntısını kimse itiraf etmek istemez, yine de öyle bir ciddiyet takınır, manadan ve sebepten haberdarlarmış gibi hareket ederler ki, Tanrı aşkına, insan ayağa kalkıp masaya bir yumruk indirmek ister, herkes kendine gelsin ve dürüst olsun diye!
Fakat kim buna cüret edebilir ki!
Max Frisch, Sessizliğin Yanıtı
Kolektif Kitap, 3. Baskı, Ekim 2021
Çeviren: Saliha Yeniyol
*Bu yazı Sessizliğin Yanıtı (Bir Dağ Hikâyesi) kitabında, sayfa 26, 27 ve 28’de yer alan pasajlardan alınmıştır.