Karpuz

Şule Özyetgin                                                                            

Yamanmaktan haritaya dönmüş asfalt; sadece haftada bir gün,  asıl sahiplerini ağırlıyor, ezilmiş biber domateslerle kirlenirken  eve götürülen ekmek parasıyla temizleniyordu. Gürültünün alın terine dönüştüğü,  ekmek kavgasının tezgâha yatırıldığı,  şenlikli bir sokağa açılıyordu evleri. Yanındaki apartmana direnmeye çalışan mavi sıvalı, tek katlı ev Halimelerindi.

“Halimeeee ben çıkıyorum kızım, bugün Nazan Hanımların evini temizleyeceğim,  kıııız duydun mu beni, adı batasıca Halimeeee, öğlene kadar yatma malak gibi, ocağa bir fasulye atıver, dalıp dalıp gitme pencere önlerinde, yemek  yanar, Allah korusun.”

“Anne, ağzından bal damlıyo sabaha sabah. Tamam anacım, yemek de yaparım, her bir haltı da yaparım, sen yeter ki tek parça eve dön, evimizin direği, Fatma sultanım.”

“Hadi hadi, sırnaşık şey!”

Kapı kapanır kapanmaz Halime seyirlik penceresinin önüne geçiverdi. Eeeee ne de olsa bugün günlerden salıydı.

Pencereyi açınca içeriye küfrün damarı gür solistleri tüm renklilikleriyle doluşuverdiler. Salı pazarında tezgâhlar kurulmuş, karosere yüklenip getirilen mallar boşaltılmış, sebzeler, meyveler bitişik nizam önden arkaya istiflenmiş, domatesler maydanozlarla süslenmiş, satıcının yüzünü güldürmeye hazırlanıyorlardı. Zabıtalar hâsılat toplama seansından önce sokak boyu bir aşağı bir yukarı volta atıyor, tezgâhın burnunu öne çıkaranları yasal dokunuşlarla hizaya sokuyor, çöp torbasını eşeleyip çöpü sokağa seren iki kedi karşısında çaresiz kalıyorlardı. “Yırtınarak bağırıp durmayın vatandaş rahatsız olmasın.”uyarılarının anlamsızlığının farkında olsalar da usulen kurulan sözcükler listesine yenilerini ekliyorlardı.

“Kurabiye  bunlar, kurabiye gel gel , bi yiyen pişman bi yemiyen!!”

“Kesmece bunlar, kesmece, bal gibi, bak tadına ablacım!!”

Halime  karpuzcuya şöyle sulu sulu bir baktı, baktı sonra pencereyi çat diye kapattı. Sabahın soğuğu yüzünü yalayıverince tüyleri diken diken çay suyu koymak için mutfağa koştu. Telefonunun sesini açıp listeden bir şarkı seçti. Evin içi tiz bir erkek sesiyle doldu. Perdenin aralığından bakınca gözüne önce Gezen Tavuk Yumurtası yazısı ilişti. “Hıh, ne üçkağıt ama, hepsi aynı boyda yumurta mı olurmuş.” derken karpuzcunun bir çiğ yumurtayı mideye indirdiğini görünce öğürerek banyoya koştu. Gel git akıl Halime işte, banyoya niye geldiğini unutmuş gibi cımbızla kaşlarını düzeltmeye koyuldu. Sonra pencere kenarındaki masaya kahvaltılıkları koyup çayı demledi. Ekmek dilimlerken yüzüne bir gülümseme yayıldı.

Küçücükken babasının elindeki poşete asılır “Baba , baba fırıncının mektubunu ver bana, okuyacam, ya baba sen yeme n’olur, “ diyerek ekmeğin altındaki fabrika bandrolünü minik elleriyle çıkarıp gözlerini süze süze okur, onu yiyince fırıncının ona mektup göndermeye devam edeceğine inanırdı. Anne ve babası da katılarak gülerdi onun bu ekmek kırıntılı hayallerine. Çocukluk anılarda kalıp pelteleştikçe, güzelleşiyor, babasının yaşattığı katmerli acılar bile hafifliyordu ama iyileşmiyordu elbet. Annesinin ilk kazandığı parayı sevinçle getirip fiskos masasının üzerine koymasıyla babasının sobanın ateş küreğini annesinin yüzüne yerleştirmesi Halime’nin hafızasına atılan ilk çizikti. Son da olmadı. Paranın yüzü sıcaktı ne de olsa fiskos masası hesabı karlı bulundu, birikimi babası en iyi şekilde değerlendirip önce meyhanelere yatırdı, sonra da yurt dışı hesabına. Yedi sekiz yıldır da tozlandı çerçevede duran fotoğrafı, kayıplara karıştı. Halime dalgın dalgın sofrayı kuradursun, yerlere atılan siftah paraları pazarı tören alanına çeviriyor, bu canlılık ona iyi geliyor, kafasındaki örümcek ağları süpürülüyordu. 

Köşede bakliyat satan adam, işgefeye loru dürmüş sigara altı yaparken suyun kaynama düdüğüyle irkilen Halime’nin canı da yufka ekmek istedi.”Bir koşu gidip alsam mı ki…”Tam evden çıkacakken üstündeki gecelik gözüne çalındı. “Aaaaa, gözün kör olmasın Halime, azıttın mı nedir?” diye söylenerek bir çırpıda altına kotunu geçirdi. Göz açıp kapayıncaya kadar yan binadaki yufkacıdan iki yufka alıp tavaya gözlemeyi atmıştı bile.

Bir ara karpuzcunun yanında geçen hafta gördüğü o oğlan belirdi. Kara yağız, boyu bosu da fena değildi hani. Gözlemeyi iştahla yerken ikide bir gözü,  saçlarını limonla ıslatan gence kayıyor, içinin kaşarları da erimeye mi başlıyordu ne. “ Yok canım, zargana kılıklının teki, nesi yakışıklı şunun.” dese de canı bu kez karpuz istedi. Evden çıkmadan boy aynasında şöyle bir süzdü kendini. Saçlarını havalandırdı, dudağının kenarındaki uçuğu görünce canı sıkıldı, sonra çağla yeşili gözleriyle buluştu aynada. Güzeldi, güzel, gözlerini annesinden, burnunu o hayırsız babasından almıştı. Soluğu karpuzcunun yanında aldı, gözleri o genci aradı, yoktu.

“Ben, şey, ben karpuz alacaktım ama vazgeçtim.”

“Niye abla, sulu sulu, keseyim bak tadına,  bizde yamuk yok.”

Sırtını döndüğü gibi eve attı kendini. “Yamuğun dik alasını yaptın be, hıyar, gitti gül gibi çocuk.” Sofrayı topladı, masanın kıyısındaki liseyi açıktan bitirme sınavlarının giriş belgesine gözü ilişti. “Anam da takmış kafaya bitir de bitir, n’olacak bitince sanki.Başım göğe mi erecek.”Gözü pencereye kaydı, yine  o. Fırsat bu fırsat, fırladı kapıya.

“Ben orta boy bir karpuz alacaktım, tartar mısın?”

Çocuk, olur manasında başını salladı. Diğer karpuzcu da gülümsedi yarım ağız. Genç, karpuzu eliyle tarttı , pat pat vurdu sonra. Nasıl der gibi kıza uzattı.

“Olur, güveniyorum size artık, ben anlamam bu işlerden.”

Halime poşeti alırken gözlerini yakaladı gencin, bırakmadı, konuşturdu gözlerini, kıstı azıcık, var mısın dedi, kırpıştırdı, e hadi dedi, gülümsedi, ben varım dedi. Ama gözler aynı dili konuşamadı ki delikanlı başka bir müşteriye dönüverdi. Halime de süklüm püklüm eve girdi.

“Niye döndü sırtını hemen sanki, beni mi beğenmedi, hıh sünepe !!”

Perdenin aralığından göz hapsine aldı bu kez, kızgın, kırgın. Çocuğu biraz izleyince aslında kimseyle pek konuşmaya tenezzül etmediğini fark etti, sevindi. Hala bir şansı vardı, demek ki.

“Belki de karpuzcunun yanında ilgisiz görünmek zorunda kaldı. Benim gibi evde küfeyi devirip yatmıyor ya çocuk, ekmek parası kazanıyor, ne salağım.”

Artık onu izlediğini görsün istiyordu. Perdeyi ardına kadar açtı, karpuzu kesti, sularını akıta akıta yerken gönlü de çocuğa doğru akıyordu. Annem ne der, komşular yanlış anlar mı demeden, çat kapı girmek istiyordu delikanlının hayatına. Yalnızlığın tuzağına bile isteye düşüyor, genç kızlığın deliliğine sığınıyordu.

Kapıdan çıkmadan göz kırptı kendine, şans diledi. Sırtını sıvazladı görünmez eller. Gitti karpuz sergisinin yanına. Kaçamak bakışlarla değil, doğrudan, dupduru baktı çocuğa, çocuk da ona.

“Tanışabilir miyiz, zaten az önce de karpuz almıştım sizden, hatırlarsanız. Yani komşu sayılırız, diyorum.”

Çocuk gülümsedi, kulağını gösterdi, boynunu büktü. Sesine ses veremedi Halime’nin. Düşündü kaldı Halime, sesi içine aktı, neşesi içine. Eve döndü, kapıyı hızla kapattı.