İbrahim Gülistan, Füruğ Ferruhzâd ve Gülistan Prodüksiyon

Füruğ Ferruhzâd İbrahim Gülistan’a yazdığı bir mektubunda;

Gel soyunalım ve birlikte mezara girelim; birbirimize sarılıp toprağı üzerimize örtelim ve sessizce uyuyalım, demişti. Gülistan, Füruğ Ferruhzâd’ın hayatına giren üçüncü erkekti ama ilk ve son aşkı o olmuştu. Füruğ her ne kadar, “Hayatta hiç yol gösterenim olmadı. Kimse beni fikren ve ruhen eğitmedi. Sahip olduğum şeyleri kendim elde ettim” demiş olsa da bu sözleri İbrahim Gülistan ile tanışmadan önce söylemişti. İbrahim Gülistan ile tanıştıktan sonra onun için, “ruhum” diyecekti. Hayatının son çeyreğinde Füruğ’u ruhsal ve entelektüel anlamda besleyen kişiydi Gülistan. Aşkları magazin konusu olmuştu o günlerde. Evli bir adamdı Gülistan fakat hiçbir şeye aldırış etmeden tam sekiz yıl boyunca Füruğ ile birlikteliğini sürdürmüş, birkaç kez intiharın eşiğine gelmiş bu genç şair kadını hayata döndüren isim olmuştu. Peki kimdi bu Gülistan?

İranlı eleştirmen, yazar ve yönetmen İbrahim Gülistan, ülkesi entelijansyasınının en parlak simalarındandı. Öyle ki hala İran sanat sinemasının adının geçtiği yerde, İran roman ve öykücülüğünün tartışıldığı yerde İbrahim Gülistan’ın adıyla karşılaşmamak mümkün değildir. Zira Gülistan’ın gerek kitapları gerekse yönettiği filmler İran entelektüel dünyası ile sinema sektöründe adından en fazla söz ettiren eserlerin başında yer alır. İran sinemasının üçüncü kuşak, nam-ı diğer yeni dalga sineması Gülistan’ın “Balçık ve Ayna” filmi ile hayat bulmuş olup popüler İran sineması karşısında alternatif sinema olarak boy göstermiştir. Özellikle 1960’lı yıllarda alternatif İran sineması olarak kayıtlara geçen yeni dalga sinema akımı Gülistan’ın bu filmiyle start almıştır. Her ne kadar sinema eleştirmenleri İran yeni akım sinemasının Ferruh Gaffari’nin “Şehrin Güneyi” adlı filmiyle başladığını belirtseler de Gülistan’ın İran entelektüelleri arasındaki özel konumu, sinema ve edebiyat alanındaki yönlendirici katkısı onu Gaffari ve Feridun Rahnema gibi mezkûr akımın diğer öncülerinden ayrıcalıklı kılmıştır. Ana teması toplumsal sorunları irdelemek ve bu sorunları gerçekçi sahneler ve estetik bakış açısıyla filme uyarlamak olan yeni akımın gözde yönetmenlerinden Gülistan, uzun-kısa metrajlı belgesel ve anlatı filmleri, yayımladığı öykü, makale, tercüme gibi yazılı eserleri ile İranlı okuryazar genç kuşağı en başta da Füruğ Ferruhzad gibi genç kadınları derinden etkilemeyi başarmış bir isimdi.

1957’de kardeşi Şahruh Gülistan ile birlikte kurmuş oldukları Gülistan Film Prodüksiyon Şirketinde Furüğ Ferruhzâd, Mehdi Ehavansalis, Bernardo Bertolucci gibi dünyaca ünlü isimlerle çalışmış ve bir dönem Türkiye’de de ikamet etmiş olan Gülistan, 1922 de Şiraz’da dünyaya gelir. O yıllarda babası Şiraz’ın tek yerel gazetesi olan Gülistan Gazetesi’nin sahibi ve genel yayın yönetmenidir. Gülistan 19 yaşında memleketi Şiraz’dan ayrılarak Tahran’a yerleşir. Hukuk fakültesinde yüksek öğrenimine başlar. Kısa bir süre sonra eğitimini yarıda bırakır zira dönemin modası sayılacak siyasete vurulmuştur. İran aydınlarının büyük kısmının tecrübe ettiği gibi o da Tudeh Partisi (Kitle Partisi) saflarındaki yerini alır. Uzun bir süre partide aktif olarak görev alır fakat birkaç yıl sonra partinin ileri gelenleri ile fikirsel sorunlar yaşar ve partiyle yollarını ayırmak zorunda kalır. Artık siyasete veda etmiş, uluslararası haber ajanslarıyla çalışan bir kameramandır, aynı zamanda da profesyonel bir fotoğrafçı. 1942 yılında Sadık Hidayet ile tanışır. Hidayetle yakın dost olmasına, dünyasını yakından tanımasına rağmen sanılanın aksine ondan pek etkilenmez. Hidayet için şöyle der: “O yıllarda yirmi yaşlarında bir gençtim. İyi kötü okuyor, bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Onu (Hidayet’i) örnek almak için herhangi bir sebep göremiyordum. Ruhiyem buna müsaade etmiyordu çünkü… O, döneminin ender kişilerindendi. Ender olduğu için iyi değil kendini koruduğu için, zamanın rengine bürünmediği için iyiydi o. Kendini, yaşadığı dönemden soyutladığı için güzeldi. İnsanlığı, dürüstlüğü… Evet, bunlar benim de aradığım şeylerdi ama edebiyatta örnek almaya yetmiyordu bunlar.”

Gülistan’ın ilk öyküsü “Çalınmışlar” 1946 yılında “Merdum” adlı aylık edebiyat dergisinde yazı dizisi şeklinde verilir. Aynı öykü iki yıl sonra çıkarttığı “Azer, Sonbaharın Son Ayı” adlı toplu öykü kitabında da yayınlanır. Aynı yıllarda Ernest Hemingway, Anton Çehov ve William Faulkner’dan çeşitli öyküler çevirir ve bu çevirileri “Kayığı Kırıklar” adlı kitabında yayınlar. Birçok edebiyatçı tarz ve üslup açısından onu Faulkner’a benzetir. Hasan Abidin “İran Öykü ve Romanının Yüz Yılı” adlı çalışmasında Gülistan’dan şöyle bahseder: “Üslup açısından İran öykü yazarları arasında Amerikalı öykü yazarlarına en çok benzeyeni Gülistan’dır… Azer, Sonbaharın Son Ayı adlı öykülerinde Faulkner’ın edebi metodlarını ustaca kullandığını görürüz…”

Gülistan Faulkner, Hemingway, Çehov’un yanı sıra Kafka, Shtaybeng, Onil, Hermann Hesse gibi isimlerden beslenmeyi ve onları dönemin İranlı okurlarına tanıtmayı amaç edinir ki bu konuda da oldukça başarılıdır. Bu konuda bir anekdotunu aktarır ve şöyle der: “Özellikle Sadık Hidayet’in yönlendirmesiyle İngilizce, Fransızca ne bulsam okurdum. Bilhassa 1947’den 1951 yılına kadar aralıksız okudum. Stendhal, Sartre, Flaubert, Sinkler Lewis ve Dostoyevski okumak istediğim yıllardı fakat İhsan Taberi (Tudeh Partisinin kurucularından aynı zamanda İran’da solun fikir babası) bana, bu tür kitapları okuma sapıtırsın, diyordu. Okunmadığı takdirde sapıtılacağını unutmuştu herhalde… Şimdi dönüp geriye baktığımda okuduğum kitapların hiç birinden öykü metodu açısından etkilenmemiş olduğumu görüyorum.”

1957 yılında “Gölgelerde Avlar” isimli ikinci toplu öyküleri yayımlanır sonra da Gülistan Film Prodüksiyon’u kurarak belgesel film çekimlerine başlar. Uzun bir süre öykü yazmaz ta ki 1967 yılına kadar. 67’de “Su, Duvar ve Susuz” bir yıl sonra da “Ay ve Sis” adlı toplu öyküleri yayınlanır. Gülistan Prodüksiyon’a sponsor olacak şirketlerle irtibata geçer. İran Ulusal Petrol Şirketi’nin finansal desteğiyle çalışmalarına başlar ve ilk olarak 8 mm’lik el kamerasıyla ilk deneme çekimlerini yapar. “Damladan Deryaya” adlı ilk belgesel filmini çeker. 16 mm’lik Blocks marka kamera ile çektiği bu belgesel film batılı birçok şirket tarafından beğenilir. Aynı yıllarda İran belgesel filminin en parlak ve en verimli dizisini ortaya çıkarır. 6 bölümden oluşan “Bakış” adlı bu belgesel filmi, kardeşi Şahruh Gülistan, Mahmut Hengval, Süleyman Minasyan ve Furuğ Ferruhzat’ın katkılarıyla İran sinemasına kazandırır. Bu sırada Ahvaz’daki bir petrol kuyusunda yangın çıkar ve 70 gün süren bu yangını Ferruhzat ve kardeşiyle birlikte filme çeker [1958]. “Ateş” adını verdiği film 1961’de Venedik Kısa Film ve Belgesel Festivali’nde altın Merkür ödülüne layık görülür. Kanada Ulusal Film Kuruluşu (National Film Borad of Canada) kız isteme konulu bir film hazırlaması için Gülistan Film’e sipariş verir. Filmin senarist ve başrol oyuncusu Furuğ Ferruhzâd’tır. Furuğ aynı zamanda bu filmde Gülistan’ın yönetmen yardımcılığını da üstlenir. Filmin diğer oyuncuları ise Perviz Daryuş ve İranlı ünlü şair Ahmet Şamlu’nun birinci eşi Tusi Hairi’dir. Ardından yönetmenliğini yine Gülistan’ın yaptığı “Su ve Sıcak”, “Dalga, Mercan ve Mermer” adlı filmler gelir. Petrol Şirketi için hazırladığı “Dalga, Mercan ve Mermer” adlı belgesel film İran sinema tarihinin en iyi belgesel filmlerinden birisi kabul edilir. Nitekim İranlı ünlü sinema eleştirmeni Huşeng Kavusi o yıllarda söz konusu belgesel film için, “Gerçek Bir Belgeselciye” başlıklı yazdığı makalede Gülistan’a hitaben, “Bize İran’da da iyi belgesel filmlerinin çekilebileceğini gösterdiniz.” der.

Sinema eleştirmenlerince İran’ın en iyi belgesel film yönetmeni sıfatını kazan Gülistan uzun metrajlı film çekimleri için kolları sıvar ve Sadık Çubek’in “Neden Deniz Fırtınalıydı” adlı kısa öyküsünü beyaz perdeye taşımaya karar verir. Filmin başrol oyuncusu yine Ferruhzâd’tır. Çekimlerin ilk iki seansından sonra filmi çekmekten vazgeçer Gülistan. Bu arada Furuğ, genç yönetmen Gülistan’a âşık olmuştur. Gülistan o sıralar evli ve bir çocuk babasıdır fakat nasıl olduğunu anlamadan genç oyuncusu Ferruhzâd ile aşk yaşamaya başlamıştır. Bu büyük aşk sanat çevrelerinin hatta magazin basınının dedikodu konusu olur. Gülistan yaşadığı ilişkiyi saklama gereği duymaz. Bu ilişki Ferruhzâd’ın ölümüne kadar sekiz yıl boyunca devam eder. “Deniz Neden Fırtınalıydı?” isimli filmin diğer oyuncularından Perviz Behram filmin çekimleri ve bu ikili arasındaki inişli çıkışlı aşk hususunda ilginç bir anısını şöyle anlatır: “Çekimler sırasında rolüm gereği Furuğ’u tokatlamam gerekiyordu… Gülistan kamera arkasına geçmiş neyi nasıl yapmamız gerektiğini söylüyordu. Furuğ’a her tokat atışımda “olmadı, tekrar!” diye bağırıyordu. Ve bu sahneyi tam on altı kez tekrarlattı bize. Zavallı Furüğ yanakları kıpkırmızı kesilmişti, dayanamamış, öfkeyle ve ağlayarak setten ayrılmıştı.”

1962’de Tebriz Cüzamlıları Koruma Derneği Müdürü Doktor Raci, Gülistan Film Center’a cüzamlılarla ilgili belgesel film yapması için öneride bulunur. Gülistan bu iş için sevgilisi Furûğ’u görevlendirir. O güne kadar yönetmenlik yapmamış Furûğ “Kara Ev” adlı 20 dakikalık siyah beyaz bir belgesel film çeker ve bu filmi, Almanya film festivalinde en iyi belgesel film ödülünü kazanır[1964]. Ardından da o dönemde İtalya’da ikincisi gerçekleşen Pozaro Film

Festivalinde juri özel ödülüne layık görülür. Ünlü Fransız belgesel yapımcı Chris Marker, Kara Evi, Luis Bunuel’in “Ekmeksiz Topraklar” filmi ile karşılaştırır ve ondan bir başyapıt olarak övgüyle söz eder. Her ne kadar “Kara Ev”in yönetmenliğini Füruğ Ferruhzâd üstlenmiş ve Gülistan çekimleri sırasında sette hazır bulunmamışsa da filmin montaj ve seslendirme aşamasında katkılarını eksik etmez. Nitekim film, Gülistan’ın “Dünyanın pisliği az sayılmaz ve insan o pisliklere gözlerini yumsa bile dünyanın pisliğini artmış görecek” şeklinde okuduğu monolog ile başlar.

Gülistan’ın bir sonraki belgesel filmi 1964 senesinde kendisine Venedik’te altın San Marco ödülünü kazandıran “Marlik Tepeleri” adlı belgesel filmdir. Gülistan’ın tamamen kişiye özel diye yorumladığı bu film İran’ın tarihi sit alanlarından olan Marlik Tepeleri’ndeki arkeolojik kazıları konu alır. Gerçekteyse yaşam, sanat ve yarınlar için daha fazla umut diyen bir belgesel filmdir. Gülistan Marlik Tepeleri filmi için şunları söyler: “Arkeolojik kazılar üzerine film yapmış olduğum sanılmasın. Ben sinema yaratmaya çalıştım. Yaratmak istediğim sinema bir mefhumu tasvir etmek için ardada gelen fotoğraflar dizisi değildir. Bu tür film yapanlar ya gerizekâlıdır ya da seyirciyi gerizekâlı sanan zavallılardır… Bu film zinde kalmaya çalışan bir düşünce hakkındadır. Ölümün sınırını aşan bir harekettir. Zaman yaşamda, yaşam yaratılıştadır diyen bir trend var oldukça kendini gösteren bir histir bu… Tabi ki seyircinin yaptığım işi anlamasını isterim fakat anlamıyorsa bu yaptığım işin anlaşılmaz olduğunu göstermez. Anlamamışsa anlamasına yardım ederim fakat yapılan işi değiştir(e)mem. Bu işteki düşünce bendendir iktizası ise içeriğinde olup, başkalarının kavrama gücünde değildir. Zira şekil mananın içinden gelir, dışardan getirilip de manaya tutturulmaz.”

Bu bakış acısıyla İran sinemasında yeni akım geliştiren Gülistan ilk anlatı filmi olan “Balçık ve Ayna”yı çeker [1965]. O döneme kadar klasik İran sinemasını eleştiren ve kendini ondan soyutlamış olan Gülistan, Tahran’daki Radyo-City ve Majestik Sinema salonlarını şahsi olanaklarıyla kiralayarak Balçık ve Ayna filmini seyirciyle buluşturur. İran sinemasında kendi otonomisini kurarak ayakları üzerinde durmaya çalışmış ve hiçbir yapımcıyla çalışmayı kabul etmemiş Gülistan’ı bu özelliğinden ötürü İngiliz sinemasındaki Lindsay Anderson, Fransız sinemasındaki John Rush, Amerika sinemasındaki John Cassavetes gibi bağımsız yönetmenlere benzetenler olmuştur. Gülistan, gerek anlatı gerekse belgesel filmlerinde olsun sanatını asla uğraş veya ticari amaçla kullanmamıştır. Ona göre klasik film yapımcıları filmin yapımında veya gösterime sunulmasında bağımsızlıklarını sekteye uğratacak bir tür tekel oluşturmuşlardır. Gülistan’ın, konusunu moderniteye yüzünü dönmüş geleneksel toplumdaki parçalanmış insan ilişkileri, alinasyon ve toplumsal bunalımların oluşturduğu “Balçık ve Ayna” filmi İran sinemasına realist-modern bir mutasyon bahşeder. “Balçık ve Ayna” Gülistan’ın şair kişiliği ve elinde tuttuğu kamarasıyla sokaklardaki yalnız ve kimsesiz insanların arasına girerek onların acılarını realist bakış acısıyla çektiği son filmi olur. Gülistan Prodüksiyon ise bir daha açılmamak üzere kapanır.

Gülistan filmlerinde minimalist sinemacılar gibi yapar, öykülerinde ise şimdiki zamanın sınırlı gerçekliğini alarak onun aralığından daha uzun bir geçmişi anlatır. Bu açıdan Huşeng Gûlşiri ile benzer tarza sahiptir. Gûlşiri’nin sevgili Siyaveş Azeri’nin çevirisiyle Avesta Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmış, modern İran edebiyatının başucu eserlerinden olan “Şahzade İhticab” isimli romanı ile Gülistan’ın en iyi öykülerinden olan “Horoz”un zaman aralığı bir gecenin sabahına kadarki süreyle sınırlıdır. Gülistan’ın bir diğer iyi öyküsü de “Mecnun Vadideki Hazinenin Sırrı”dır. Modern İran edebiyatının başyapıtlarından olan bu eser, defalarca İran’daki sansür duvarına toslamıştır.

Bugün doksan üç yaşında olan bir devrin jön yazarı, şairi, yönetmeni ve eleştirmeni İbrahim Gülistan, halen İngiltere’de yaşamını sürdürmektedir.