Fehmi Marankos
Oracığa, otların arasına uzanmış, bulutların geçişini seyrediyordu oğlan. Her bulutun kendi şekli var, huyu var, diye düşündü. Kimi pembe, kimi turuncu, kimi de kuzeyli bir kadın göğsü kadar beyaz. Tıpkı insanlar gibi bulutlar, şarklı-cenuplu insanlar kadar farklı her biri. İşte, yıllar var ki bunu ilk kez düşünüyordu. Kimi ihtiyardır bulutların diye geçirdi içinden, işte şu, tıpkı topal çavuş gibi ağır aksak ilerliyor çünkü. Sonra birden düşüncesinin gülünçlüğünün farkına vardı. Evet, öyleydi, gülünçtü bu. Kuşkusuz bir eşek duysa, kuyruğunu bacakları arasına kıstırır da akşama değin anırarak gülerdi buna, konu komşunun rahatsız olacağını umursamadan. Sonra uykusuz kalmış Gal horozunu sinirlendirir, çileden çıkarır, o da inadına ötmeğe başlar, çobanı uyandırırdı gece vakti. Çoban hayıflanırdı, söver sayardı. Sonra elini karısının kalçalarına koyar, uyumazdı tarlaya tohumu bırakana, dokuz ay sonra tosun gibi oğlu olana kadar. Dağlarda nice çocuklar doğmuştur eşek anırması yüzünden.
Güldü yine. Nereden de geliyordu bu düşünceler aklına. Bulutlar! Türlü kılıklara girer de, türlü düşüncelere sebep olurlardı. Şimdi de birleştiler, koca bir yığına dönüştüler. Yüklerini oğlancığın, uçsuz bucaksız Kıbrıs ovasının üzerine mi bırakacaklar? Kalkmalı buradan! Hafiften çarpmaya başladı bile damlalar yüzüne. Gözünü yumdu, yüzünü örten uzun otların rüzgarda savruluşlarına kulak kabarttı. Otların kimisi eğilip çarpıyordu yüzüne. Bundan kıvanç duydu. Hafif kımıldandı. Ama vücudu ürperdi, sancı mı vardı karnında, yoksa beli mi tutmuştu ıslak topraktan. En iyisi kımıldamadan bir daha yatsındı. Zaten yüzüne düşmez olmuştu damlalar. Gözüne bir sıcaklık geldi. Açtı. Güneş ışımıştı yeniden. Bulutlar komşu bahçeden erik çalan çocuklar gibi savuşmuşlardı. Gökyüzünü böyle mavi, sarı karışımı görünce geçmişten bir yaz günü aklına geldi.
İki sene evvel, 72 yılının bir temmuz günü Florya sahilindeydi. Kıyının biraz ilerisinde ufak bir yelkenli vardı. Yarısı mavi, yarısı sarı çizgilerle boyalı. Bir resim sandı bunu. İlkokul kitaplarında olurdu böyle güzel tekneler. Denizin üstü de dümdüzdü, masmavi bir kağıt gibiydi. Tıpkı şimdi otların arasına uzandığı gibi uzanmıştı o gün kumlara. Kumlar sıcaktı. Kavruluyordu sanki. Uzakta bir köpeğin denize girmemek için havlayışı, hemen ardından da çocuk kahkahaları duyuluyordu. Beyaz kırmızı simitlerin içinde yüzüyordu çocuklar ve kimi ihtiyarlar. Ama onun dikkati başka yerdeydi.
İleriki sazlığın kıyısında bir kadın vardı. Ellerini dizlerine kenetlemiş, memeleri dizlerine değiyordu. Sarı saçlarından su damlıyordu. Işıldıyordu teni. Kadın oğlanın kendisine baktığının farkına vardı. Hatta gülümsedi birkaç defa. Dönüp dönüp de baktı ayrıca. Oğlan o gülüşlerden, bakışlardan birinde kadına aşık oldu. İçi kıvançla doldu. Daha önce görmemişti onu hiç, ama görseydi eğer, daha önce aşık olurdu. Kadına yeniden baktığında, kadının kendisini seyretmekte olduğunu gördü. Utandı. Güldü. Kadın da güldü. Neden sonra kalktı, havlusunu çantasına koydu, gözlüğünü çantasından çıkardı, üstüne de ince bir elbise giydi ve gitti kadın. Oğlan hiçbir şey anlamadı. Şaşakaldı. Gitse miydi peşinden? Koşsa, dikilse önüne, gülse yine kadın ve öpse onu, dudakları ayrılmasa çeyrek dakika. Sonra, bir yerde oturmayı teklif etse… Bunları düşününce utandı oğlan. Saatine baktı. On yediyi yarım geçiyordu. Yarın bu saatte gelecekti gene. Kadın da gelirdi sevdiyse. Ama herkes sever miydi böyle kolayca? Bilmem, görürüz diye geçirdi içinden. Ertesi günü öğleden sonra on beşte gitti plaja. Bir saat bekledi, iki saat… Sonra hava karardı. Ama kadın gelmedi. Üzüldü oğlancık. Keşke, dedi, dün peşinden gitseydim. Düşünceler boğazında, zihninde, her yerinde düğümlendi. Böyle kolayca aşık olmamalı, sevmemeli birini, diye iç geçirdi. Ama daha sonra o kadını, tam iki ay boyunca sevdi.
İşte, şimdi bunları düşünürken, topraktan Florya sahilindeymiş gibi keskin bir koku burnunu doldurmuştu. Kadını gökyüzünün engin maviliğinde görüyordu. Sonra bir köpük gibi kayboldu görüntü. Gözleri buğulandı. Keşke gitseydim ardından, diye geçirdi içinden bir kez daha. Her şeyin bugünkünden daha farklı olabileceğinden emindi sanki o kadının peşinden gitseydi. Kendi kendine, bundan böyle öyle bir git ki sevdiğin kadının peşinden, gölgen bile yetişemesin, bahçesinin önünde bekle geceleri, pencerelerindeki ışıkları seyret, suladığı çiçekleri kokla, öyle bir kokla ki kelebek dışkıları dolsun burnuna, umursama, yelken gibi ol, yelken aç kadının gönlünde, dedi.
O bunları düşünürken gökyüzü kıpkırmızı olmuştu. Güz gülleri gibi, kan gibi… Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Külebi’yi anımsadı sonra, bir şiirini hatırladı;
Şimdi dünyada
Bazı insanlar
Gözleri pırıl pırıl
Vücutları ıslak
Sevişmektedir.
Florya sahilindeki vücudu ıslak kadını düşündü yeniden. Keşke arkasından gitseydim dedi bir kez daha. Derken otların arasından o kadınınkine benzer bir yüz gördü. Sonra ağzı oynadı o yüzün, tıpkı onunkine benzer bir ses duydu. Sonra hiç duymadığını anımsadı o kadının sesini. Ama ona bu sesten başkası da yakışmazdı, diye avuttu kendini. Bir melek sesleniyordu sanki. Bir ninni söylüyordu, bir şiir, bir şarkı… Sesi bir kere daha duydu sonra;
-Çavuşum, vurulmuş, delik deşik olmuş karnı, savaşta ölmemeli böyle gencecik oğlanlar…