Minimalist bir yaşantı süren Kıbrıslı şair Jenan Selçuk, Kaza (2003), Haz (2007) ve Şeytanrı (2012) adlı şiir kitaplarının ardından yayımladığı son kitabı Azala Azala (2020) ile, yaşantısının ve yaşamın özünü yalınlığın hazzı ile birleştirerek sessizce çoğaltmayı deniyor zihinlerde. Şair, kısalan şiirleri ve küçülen kitap boyutu ile yaşantısına paralel bir evren kuruyor. Kapakta yer alan mağara resmi Altamira (M.Ö. 25,000-15,000) okura kitapta onu bekleyen mitolojik sızıntıyı, şairin geçmişle ve doğayla insan arasındaki bağı korumak istediğini ve yaşamı anlamlı kılan bütünselliğin gizinin içte ışıldadığını en baştan hissettiriyor.
Numaralandırılmış 98 kısa şiir içeren Azala Azala kendi içinde, gizli tematik bölünmeler taşır: yaratı/lış, toprak/bahçe, erotizm, yazmak, doğmak, aşk, vazgeçiş, şiir, boşluk, ölüm. Hermes’in asası ile başlayan yolculuk, çılgın/sınırsız şair Mayakovski’ye uğrar, şairin oğluna, çoğul sevişmelere, bahçede kuruyan enginar yapraklarına. Toprakta yürür bir vakit, ölüler ülkesine iner ve zamanın hiçliği ile başbaşa bırakır okuru. Azala Azala, gölgelerinizin duvarlarına yansıdığı bir mağaradır aslında. Bunu açıkça söylemez şair, insanın çeşitli sebeplerle kendisi ve doğa ile arasına ördüğü duvarın ardına sönmeyen bir ateş yakmayı tercih eder ve Platon’un tasavvur ettiği insanı hareketsiz kılan zincirlerin içteki ağırlığını yeniden sezdirir.
Omzundaki maymunu
ormana saldı Anu,
boynunda tasmasıyla (2. Yaratılış 1)
Tüyle tartacak
yüreklerinizi Osiris,
inince ölüler ülkesine
Ağır gelirse,
vay halinize (97.)
Şairin mitolojik imgeler aracılığıyla geçmişle kurduğu bağ kadar önemli olan diğer bir izlek Ada’daki yaşantının sadeliği ve bilgeliğidir. Bu yürüme bilinç düzeyinin yerelden evrensele doğru genişlemesi ile gerçek bir yürüme olacaktır. Bu durum iç ve dış diyalektik için de geçerli bir hareket şeklidir. Bireye ve toplumlara zarar veren durağanlıktan sıyrılabilmenin bir alternatifidir aynı zamanda.
İşgalci ısırganları ayıkladık babamla
arasından sarmısakların,
kuruyan yapraklarını enginarların
kısırlaştırılmış mısırları,
oysa yerli nane
esas tehlike (6. Mart)
Şair bahçesine musallat olan işgalci ısırganların karşısına tehlikeli gördüğü yerli naneyi yerleştirerek imgesel bir oyunun içine çeker okuru. Ada’nın rutin yaşantısına dönüşen bitkilerin yüklendiği anlam şairi rahatsız eden bir gerçekliği -işgalci ve onu kabullenen sessiz kitleyi- çoğaltır içinde. Şairin sahip olduğu ideolojik düşünceyi sezdiren bu dizeler onun tek derdi değildir ama. Yüzünü aynı anda mevsimlere döndürür, göçmen kuşlara, böceklere. Geçiciliğin ve dönüşümün bilgisi ile dolaşır doğanın vücudunda. Şiiri ve şairi ihmal etmez. İnsanlıkla başat bir yaşam süren şiirin en kadim sanat olduğunu hatırlayarak anlamlandırmamız gereken modern bir birleşmedir, şairin yaşadığı.
İlkellik dalına astı kendini/ Bilgelik ağacının (95. Bir Şairin Ölümü 1) dizesi aktüel zamanla geçmiş arasındaki bağın ve öğretinin en somut göstergesi olur Azala Azala’da. Ölümü ayıran değil birleştiren bir şey olarak gören bir şair vardır karşımızda. Böylece geçiçilik ve dönüşüm kendini yine görünür kılar. Bu izlekle çalışan zaman, tanrı kavramını yapısöküme uğratır ve şair, bir şölene dönüşen doğayı gerçek tanrı olarak sunar okura. İnsanı dansa kaldıran, ona gizli yerlerini gösteren, buyurgan bir doğa. Yaratılışın başlangıcı olarak kurgulanan kitabın ilk şiirlerinde şair dilini Ada’nın küçük doğa parçalarında -kınkanatlılar, turunç çiçeği, sivri dilli incir, babutsa, Adem’in bahçesine dadanan arı, kaktüs, karayılan,- bu bilgi ile dolaştırır.
Kuşluk vakti,
şaşılası münakaşası
serçelerin,
turunç çiçeği reçeli mi
sütü mü incirin (9.)
Bir arı
akşamdan kalma
Adem’in bahçesinde
Elmadan ekşiye
akasyadan bademe,
görünmeden
sarı gerdanlı devriyelere (11.)
Doğayı doğurgan bir varlık olarak düşleyen şairin dili kendi içine de dokunur; sadakati, ayrılığı, evliliği sorgulatan kendi içindeki ötekine de. Kadının (öteki) rahminde büyüyen oğul, tanrıyı yapı sökümüne uğratan zaman gibidir. Kök salmayı ve ölümü aynı anda hatırlatır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde şairin hiçlik kavramı üzerinde durmasının sebebi de aslında budur.
Ölmez çiçekleri de soldu.
İçinde uyuduğu suyu kurutarak
Nefes almaya başlayacak,
yakında oğlumuz (29.)
‘Nasıl da sarmaldır insan varlığı! Birbirini devrikleştiren ne de çok dinamizm var o sarmalda! Merkeze doğru mu koştuğunuzu, yoksa dışarı mı savrulduğunuzu hemen anlayamazsınız asla. Şairler, var olmakta duraksayan bu varlığı iyi bilir.’** Bu varlığı iyi bilen şair, içeride hiçbir sınırın olmadığının bilgisiyle deneyimlediği her anı oradan anlatır. Yaşantısına dahil olan her varlık içte ve dışta bir boşluk bırakarak kendi yoluna devam edecektir. O boşluğun yarattığı nefes kesen manzarayı seyretmesini bilen ve bunu öğütleyen bir şairdir, Selçuk.
Boşluğa asılı bir köprüdür şair
doğaya bağlayan kordonu,
insan soyunun (48.)
Karahindiba tohumlarıyla, Ada’yı bütünleyecek acıyı -kayıpları- hatırlayan şair; Ada’nın belleğinde yer eden başka bir boşluğun izini doğanın kendi evreni içerisinde anlamlandırır. İnsan soyunun kordonunu doğaya bağlamaya devam eder. Bunu Mart şiirinde olduğu gibi şiirin inceliği ile yapar ve toplumların yaşadığı travmaların şiirde hangi dille yer bulması gerektiğini de okura sezdirir.
s a v r u l u y o r
karahindiba tohumları
ruhları kayıpların (8. Mayıs)
Azala Azala’nın ilerleyen şiirlerinde, şairin tüm çıplaklığıyla anlattığı deneyimleri, içsel sorgulamaları ve itirafları yaşamsal döngü içerisindeki insanın kendini inşasından başka bir şey değildir. Kişisel, toplumsal, evrensel görüntüler Bachelard’ın tanımladığı sarmalla uyum içerisinde devinir durur.
Ayağına zincirlenmiş
Kocaman bir taşla,
Ellerin ve gözlerin bağlı
Atılmak bir kuyuya (62. Evlilik)
Aldattım, dedi.
Seni O’nunla,
O’nu seninle, ikinizi
bir başkasıyla. (64. İtiraf)
Azala Azala’nın okura önerdiği, Hermes’in uzlaştıran asası Caduseus (I/ ilk şiir) ile başlayan mitolojik esrime yine Caduseus (II/ son şiir) ile biter. Bu esrime, kitabın içerisindeki dağınık şiir parçaları, zihnin ve hayatın hızlı akışı ile uyum içerisindedir. İnsan yüzünü tüm çıplaklığı ile içine ve doğaya dönmeyi başarabilirse kitabın ve hayatın zihni bulanıklaştıran dağınık ‘görünü’leri bütünlenecek ve Caduseus’un asasının buradaki işlevi -fenomenolojik- de tam olarak anlaşılacaktır, zira şair Husserl’ in öğretisinde olduğu gibi karşılaştırıyor, ayrım yapıyor, bağlıyor, ilişkiye sokuyor, parçalara bölüyor. Tüm bu eylemleri saf görü ile yapıyor. Çünkü ancak görü (özü görme) apaçıklığı sağlar.*** Azala Azala ile insanı devinimsiz kılan tüm zincirleri askıya alan Selçuk, okurun belleğinde saf bir görü oluşturmayı amaçlıyor. Bunu okurun düş gücünü kışkırtarak, sorgulatarak, onu çıplaklığa ve yalınlığa davet ederek yapıyor.
Kaynakça:
* Selçuk Jenan, Azala Azala, Ayahuasca Yayınları, Eylül 2020
** Bachelard Gaston, Uzamın Poetikası, İthaki, 2008, s 306
***Husserl Edmund, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, Bilgesu, 2015, s 29