Artırılmış Edebiyat-Augmented Literature

4. Sanayi Devrimine kadar şair dünyaya kendi gözlerinden bakmıştır. Yüzyıllarca âlemin gerçekliğini aracısız kavramış, kavradığını da bizlere çeşitli formlar kullanarak ifade etmiştir. Genel anlamda edebiyatçı özelde şair uygarlık tarihinde ilk kez dokunulabilen, hissedilebilen gerçekliği bir “aracı” aracılığıyla kavramaya başlamıştır. Şair bu “aracının” kendisine sunduğu perspektiften doğaya, insana ve kente bakmaktadır. Kendisine bile bu “aracı” aracılığıyla bakmaya başlamıştır. Hatta şair için ilk kez dokunabilmek, koklayabilmek gibi eylemler ötelenmiş, kendi dışındaki varlıkla ilişkisini sadece “bakma” eylemine indirgemiştir. 

4. Sanayi Devriminde insanın gerçekliği kavrama biçimi nasıl değişmiştir? İçinden geçtiğimiz bu yüzyılda insan gerçekliği hangi “aracı” kullanarak kavramaya çalışır? İnsanın gerçekliği “aracı” aracılığıyla kavraması hangi ilişki biçimlerinin dayatmasıdır? İnsanın gerçekliği “aracısız” kavraması artık mümkün müdür? “Araç” gerçeği belirleme yetisine sahip midir? Âlemin hakikatı ve şairin zihnindeki gerçeklik arasındaki ilişki nedir? Şairin zihnindeki gerçeklik, şairin âleme bir araç aracılığıyla bakmasından dolayı nasıl etkilenmiştir? Bu “aracın” hakikatı belirleme noktasında sınıflı toplum ve iktidar açısından ilişkisi nedir? İktidar ve “aracı” arasındaki bağ şiiri iktidarın esareti altına alır mı? Şairin ilk yazımda (Karapaşaoğlu, 2021) belirtiğim dünyadan kopma problemiyle iktidar ve aracı arasında kurulan baskıcı ilişki biçimi arasındaki bağlantısı nedir? Gerçek ve hakikat arasındaki bu ilişki bahsedilen “araç”la ne gibi bir değişikliğe uğramıştır? Bu soruların bazılarına bu yazıda cevap ararken bazılarını da cevapsız bırakacağım.   

Gerçek ve Hakikat 

Felsefe’de gerçek (reality) ve hakikat (truth) kavramları, Antik Yunan’dan, İslam felsefesinden, hristiyanlıktan tutunda batı felsefe tarihinde Friedrich Nietzsche, Ludwig Wittgenstein, Jean Baudrillard gibi bir çok farklı filozof ve alan tarafından çok hareretli tartışılmıştır, tartışılmaktadır. Günün sonunda bütün bu tartışmalara baktığımızda gerçek ve hakikat kavramları arasında net bir ayrım koymanın çok zor olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Tabii ki her yaklaşım kendine göre bir ayrım yapmaya çalışmıştır ancak net bir çizgi koymak oldukça güçtür.

Türkçede bu alanda yapılan tartışmaları bulmak çok zordur. Türkçemizde bu alanda detaylı tartışmaların olduğunu söyleyemeyiz. Özelde edebiyatımızın genelde sosyal bilimlerde yaşadığımız sıkıntıların kökeninde düşünce dünyasıyla olan ilişkimizin çok zayıf olduğu gerçeğini belirtmek gerekir. Fikir üretebilmek, edebiyata yenilik kazandırabilmek ancak ve ancak dünyadaki entelektüel tartışmaları takip ederek, okuyarak, katkı koyarak ve tabii ki kavramlarla düşünerek, onları tartışarak gerçekleşebilir. Oysa içinde yaşadığımız coğrafyanın konumu politik olarak bizleri dezavantajlı bir duruma sürüklerken, entelektüel olarak batı ve doğu medeniyetlerine olan yakınlığından dolayı bir avantaja döneşebilirdi. Bu coğrafyadan insanlık tarihine yön verebilecek fikirler çıkabilirdi. Bugün içinde yaşadığımız coğrafya hem politik hem de entelektüel anlamda bizleri cehenneme doğru sürüklüyor.       

Türkçede gerçek, yalan olmayan, doğru olan şey, hakikat olarak tanımlanırken (TDK, 2011, syf. 931) hakikat ise gerçek olarak ifade edilmektedir (TDK, 2011, syf. 1028). Gerçek ve hakikat arasında herhangi bir ayrım yapılmaz. Hatta bu sözcükler neredeyse eş anlamlı sözcükler olarak da kullanılır. Dr. Hasan İsi’nin, gerçek ve hakikat sözcüklerini etimolojik olarak incelediği araştırması bu alanda dilbilimsel olarak gerçek ve hakikat sözcüklerinin Türkçedeki hikayesini anlamak, bu hikayenin evrimini keşfetmek açısından önemlidir (İsi, 2015). İsi, gerçekliği, görünürde kalma durumu, zihinde canlandırmama olarak ifade ederken, hakikati ise tam tersi nesnel olanın zihinde canlandırılması olarak tanımlamaktadır. (İsi, 2015, syf. 187).

İngilizcede gerçek yerine “reality” hakikat yerine ise “truth” sözcükleri kullanılmaktadır. Filozof David George Ritchie herhangi birinin fiziksel bir olaydan yola çıkarak deneyimlediği, duygu, his ve düşüncelerin gerçek (reality) olarak tanımlanabileceğini belirtir (Ritchie, 1892, syf. 265). Yani gerçek bizim zihnimizde hakikatten yola çıkarak oluşturduğumuz düşünce veya histir. O yüzden gerçek görecelidir. Kişilere göre farklılık göstermektedir. Hakikat (turth) ise  “fact” (Wyld, 1958, syf. 1294) yani bir nesnenin veya durumun mekan içerisinde gerçekleşmesi veya bir olayın zihinsel ya da fiziksel olarak meydana gelmesi anlamındadır (Wyld, 1958, syf. 398). Hakikat (truth) ikincil anlamıyla birlikte Türkçede olduğu gibi gerçek (reality) ve hakikat (truth) sözcüklerinin eş anlamlı da olabileceği karşımıza İngilizcede de çıkmaktadır.

Heraclitus, Parmenides, Anazagoras ve Democritus “görünen” ve “gerçeklik” arasındaki farkı ortaya koyan ilk filozoflardı. Onlara göre görünen (görünen hakikat olarak kabul edilebilir) sabit ve kalıcıyken, gerçeklik bütünüyle akışkandı (Goldway, 1967, syf. 3).

Karl Marx ve Engels oluşturmaya çalıştıkları düşünce sisteminde “görünen” ve “hakikat” arasındaki farka “Alman İdeolojisi” isimli kitaplarında yer verdiler. Burada Marx ve Engels “görünen” yani “reality” kavramını “ideoloji” kavramını öne sürerek anlamaya çalışmıştır. İdeolojiyi manupüle edilmiş, yanlış bilinç (false consciousness) olarak açıkladılar. (Goldway, 1967, syf. 4). Gerçek ve hakikat arasındaki farkı sınıfsal olarak ilk kez ideoloji kavramıyla açıklamaya çalışmış oldular. Marxisme göre gerçek (reality) egemen sınıfın fikirleriyle oluşturulan ve ezilenlerin esaretini normalleştiren, doğallaştıran “yanlış bilinç” olarak açıklanabilirdi. Bundan dolayı gerçek (reality) kavramı gerçekliğin zihnimizde yorumlanmasıyla, dışardan empoze edilmesiyle oluşan bilinç olarak karşımıza çıkıyor. Gerçek (reality), Althusser’e göre devletin ideolojik aygıtları tarafından vuku bulmaktadır. (Althusser, 2019). Bu aygıtlar sayesinde kitlelerin hakikatı belirlenmekte ve kitleler kendi “gerçekliklerinden” koparılıp, iktidarın gerçekliğine sürüklenmektedirler.

Sınıfsal bağlamda “gerçeklik” egemen sınıfın hegomonyasında kurgulanan bir “şey” olarak karşımızda durmaktadır. Bu tespit “gerçek” olarak kabul edilenin iktidarla olan ilişkisini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Gerçek, iktidar tarafından belirlenen, kurgulanandır. Gerçek ve hakikat Marxism üzerinden okunduğunda aradaki fark netleşmektedir. 

Türkçede “mevhum” sözcüğü gerçek ve hakikat arasındaki ayrımı netleştirmek açısından kolaylaştırıcı bir sözcük olabilir. Mevhum gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen anlamına gelmektedir. Arapçadan dilimize geçmiştir. (TDK, 2011, syf. 1669) O yüzden gerçek mevhumdur önermesini sanırım yapabiliriz. Mevhum sözcüğü 4. Sanayi Devrimi’nin getirdiği gerçeklik anlayışını birebir anlatmaktadır.

Gerçek ve hakikat arasında ortaya çıkan gerilim düşünce tarihinde bazen bu iki kavramı yakınlaştırmış bazen ise uzaklaştırmıştır. Hakikat (truth) sözcüğünün doğrulukla, ahlakla da ilişkisi vardır. Bu bölümde çizilmeye çalışılan genel çerçeve gerçek ve hakikat tartışmalarından yola çıkarak bir sonraki bölümün “zeminini” oluşturmak için ortaya konmuştur.

Gerçekliğin (Reality) İnşası

4. Sanayi Devriminden önce bilgisayar teknolojileriyle birlikte gerçekliği inşa etme çabası başka bir boyuta zaten taşınmıştı. Ancak 4. Sanayi Devrimiyle birlikte gerçekliği inşa etme uğraşı çığrından çıktı. Gerçekliğin inşası kitle iletişim araçları tarafından kitleler üzerinde ortak bir etki yaratırken, herkes bu baskıya ortak mekanlarda maruz kalırken bugün artık günümüzde iktidar bireylere birebir ulaşma imkanına sahiptir. Bireye özgü ama iktidarla bağlantılı olan bir gerçekliğin inşasını bugün konuşmak mümkündür. Bireyin gerçekliği iktidarın bireye özgü yarattığı araçlarla bireye doğrudan temas edebilme imkanıyla değişmektedir. Örneğin eskiden sedece televizyon varken, kitleler televizyondan yapılan yayınla birlikte ortak mekanlarda ortak gerçekliği kitlesel bir şekilde yaşarken artık sosyal medya araçlarıyla, sanal gerçeklik gözlükleriyle kitlelerden koparak, yalnızlaşarak bireysel olarak bu baskıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bugün iktidar bireylere özgü içerik yaratabilme imkanına sahiptir. Bugün ve dün arasındaki en büyük fark bireylere özgü yaratılan içerikle birlikte bireylere özgü gerçekliğin inşa edilmesidir.

Burada insanlar bu dönemde bu araçlarla özgürleşmiştir veya herkesin kendine ait bir gerçekliği de olmuştur demiyorum. Tam tersi iktidarın bireyler, kitleler üzerindeki basıncının, baskısının arttığını, iktidar tarafından gerçeklik inşasının bireylere özgü üretildiğinden bireyler tarafından kolay kabul gördüğünü ifade etmek istiyorum. Bu ilişki biçimi eskiye kıyasla daha da katılaşmış daha da yoğunlaşmıştır. İktidar kendi çıkarları doğrultusunda Marx’ın ideoloji (false consciousness) kavramına ithafen, gerçeklik inşasını kusursuz bir şekilde yapmaktadır.

Gerçeklik inşasında, Sanal Gerçeklik (Virtual Reality-VR), Artırılmış Gerçeklik (Augmented Reality-AR), Karışık Gerçeklik (Mix Reality- MR) olmak üzere üç temel kavramdan bahsetmek mümkündür. Sanal Gerçeklik’te kullanıcı sanal gerçeklik gözlüğüyle sanal bir ortama giriyor. Bu ortam bilgisayar tarafından oluşturulmuştur. Burada kullanıcı sanal ortamla etkileşim içinde olmaya başlıyor. Kullanıcının gerçek mekanla ilişkisi ortadan kalkıyor. Artırılmış Gerçeklik (Augmented Reality) bu sorunu ortadan kaldırıyor. Bilgisayar tarafından oluşturulmuş mekan, gerçek mekana yerleştiriliyor. Karışık Gerçeklik’te (Mix Reality) ise gerçek dünyadaki nesnelerle, sanal dünyadaki nesneler iç içe geçiyor. Zaman ve mekan gerçek ve sanal olarak fizyona uğrayarak birbiriyle emişiyor (Rokhsaritalemi, Sadeghi-Niaraki, Choi, 2020, syf. 2).  Bu gerçeklik tartışmalarının yanında  Microsoft firması “Microsoft Mesh” uygulamasını piyasaya sunarak kişilerin [1]avatarlarıyla hem sanal hem de gerçek mekan ve zaman içinde seyahat etmesini olanaklı hale getiriyor. Bunlara benzer başka uygulamalardan da bahsetmek mümkündür.  

Gelinen son noktada gerçeklik kavramı teknolojiyle birlikte düşünüldüğünde altüst olmuş durumdadır. Buraya kadar hem teknik hem de teorik bir zemin oluşturma çabasındaydım. Bu noktadan sonra bütün bu oluşturmaya çalıştığım zeminlerin edebiyatla olan ilişkisini tartışmaya çalışacağım.

Gerçekliği Değiştirilmiş Edebiyat          

Gerçek ve hakikat çeşitli araçlarla birlikte artırılmaya çalışılmaktadır. Gerçeklik ve hakikate, geçmişle kıyasladığımızda hiçbir zaman bu kadar müdahale edilememişti. Yazar ve şair dünya ve dünyanın getirdikleriyle karşı karşıyadır.  Her ikisi de gördüğü ve algıladığı gerçekliği kendi süzgecinden geçirip ifade etmiştir. Ancak bu gerçeklik anlayışı bugüne kadar ortak bir gerçeklikti. Bu gerçeklik herkes tarafından paylaşılıyordu. Ancak bugün gerçeklik kişiye özgü yaratılırken (yukarıda bahsettiğim araçlarla) bunun yanında internet ve sosyal medya ile şair ve yazar, gerçekliği bilgisayarın süzgeçinden geçmiş bir şekilde algılamaya da başlıyor. Bilmediği bir kuşu internet üzerinden tanıyor. Bir müzeye internet üzerinden gidebiliyor. Bir söyleşiye internet üzerinden katılıyor. Bir tartışmaya sosyal medya aracılığıyla girebiliyor. Bütün bunları avatarıyla yaparken, avatarı dünyadaki varlığını belirleyebiliyor. Gerçeklik hem sanal ortamda yaşadığı deneyimlerle hem de VR, AR, MR gibi teknolojik araçlarla yaşadığı deneyimlerle artırılıyor.

Bir yazar ve şair gördüğü dünyayı anlatmaz mı? Görmediği, hayal ettiği dünya da gördüğü dünyadan yola çıkılarak oluşmaz mı? Hayal edilen dünya, bu dünyadan yola çıkılarak oluşmasa bile (bunun imkanı yoktur çünkü insanın düşünmesini ve hayal etmesini sağlayan dildir, dil de somut dünyadan yola çıkarak oluşmuştur) hayal olarak kalmaya devam etmektedir. Romanlarda, öykülerde anlatılan kurulan dünyalar gibi. Bugün hayali olan gerçeğe dönüşmüştür. Yani bir romanda anlatılan bir ülke teknolojik araçlarla birlikte oluşturulabiliyor ve biz o oluşturulan ülkeye gidip, romanda anlatılan deneyimi yaşama imkânına sahip oluyoruz. Bu yaşadığımız deneyim bizim somut gerçekliğimizi de etkiliyor. İleriki yıllarda Yaşar Kemal’in “İnce Memed”, Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”, Tolstoy’un “Anna Karenina” gibi romanlarında dolaşmak, romanın içinde yer almak, orada anlatılan dünyanın bir parçası olmak mümkün olacaktır. Bu okur ve yazar arasındaki ilişki biçimini de değiştirecektir. Düşünün St. Petersburg’da bir bankta oturmuş, yanınızdan geçen Raskolnikov’a bakıyorsunuz… Peki klasik bir okurun buna ihityacı var mı? Okur zaten o kitabı okurken o banka çoktan oturmamış mıydı? Bu iki okuma biçimi arasındaki fark ne olacaktır? 

İnsan boş bir mekanın içine konuyor. O boş mekanın içinde kendisine sahil kenarında olduğu hissini anımsatacak bir dünya yaratılıyor. İnsan gerçekten sahil kenarındayışmış gibi o boş odanın içinde zaman geçiriyor. Buradan bir deneyim elde ediyor. Sonra bunu romanlarında, öykülerinde veya şiirlerinde yazıyor. Fakat kendisi gerçekte bunu hiç yaşamamıştır. Aslında artık o gerçek dediğimiz gerçekte ortadan kalkmış, sanal olan onun gerçekliğine dönüşmüştür. İleriki yıllarda onun sanal olduğunu belirtme ihtiyacı bile olmayacaktır. Sanal olan doğal kabul edilecektir. Şairin ve yazarın yeni gerçekliği tam olarak da budur artık. 

Burada ortaya koymaya çalıştığım iddia, yazarın ve şairin dünya ile arasındaki ilişkinin teknolojik “aracılarla” kurulduğudur. Bu aracılar edebiyatçının gerçekliğini belirlemektedirler. Bu aracılar hangi iktidar güçleri tarafından üretiliyorsa veya kontrol ediliyorsa o gerçekliği de onların belirleyeceği anlamına geliyor. Bir şairin gerçekliği iktidar tarafından daha önce televizyon gazete gibi ilkel araçlarla belirlenmeye çalışılmasına rağmen şimdi bu “araçlarla” bütün hayatı, dünyası sanal bir kılıfla kaplanmaktadır. Başka bir ifadeyle gerçek diye kabul ettiğimiz her şey bilgisayarın süzgecinden geçerek yaratılmaktadır. Şu an geçiş süreci içinde olduğumuz için bu gerçeklik yapay olarak kabul edilse de, “normal” ve “doğal” kabul edilecektir. Bundan kaçınmak mümkün değildir.             

“Augment” sözcüğü İngilizcede “increase” (Wyld, 1958, syf. 65)  sözcüğüyle açıklanır. “Increase” sözcüğü ise miktar, boyut,  yoğunluk ve derece bağlamında bir şeyi büyütmek demektir. “Augment” sözcüğünün karşılığı Türkçede “artırmaktır”.  “Augment” sözcüğü İngilizcede “-ed” ekiyle sıfatlaşarak “augmented” yani “artırılmış” anlamına gelmektedir. Ortaya koymaya çalıştığım bütün bu tespitlerden dolayı bugün üretilen edebiyatın “Artırılmış Edebiyat-Augmented Literature” olarak isimlendirilmesi gerektiğini iddia ediyorum. “Artırılmış Edebiyat-Augmented Literature” 4. Sanayi Devrimi’nin bir sonucudur.

Şair veya yazar ister benim gibi 4. Sanayi Devrimi’nin hayatımızda yarattığı değişikliklerle ilgili şiirler veya düz metinler ortaya koymaya çalışsın ister koymasın bütün yazılanlar somut gerçeklik algısını yitirmiş, dijital gerçeklik algısını kazanmış bir şairin ve yazarın gerçekliğiyle ortaya çıkmaktadır. Bu gerçeklik belirli aracılar aracılığıyla “artırılmıştır”. Şair ve yazar dünya ile ilişkisini bundan böyle “artırılmış” bir gerçeklik üzerinden kurmaktadır, kuracaktır.

Bu yazıyla birlikte bundan sonra ortaya koyacağım yazılar “Artırılmış Edebiyat-Augmented Literature” bağlamında oluşan-oluşacak olan yeni edebiyat ortamını ele alacaktır. Gerçeklik algısı zihinle ilgili olduğundan bütün edebi metinler zihinle ortaya çıktığından bu mevzuyu ilk önce ele alma ihtiyacı hissettim.    

Edebiyatçının diğer insanlar gibi dünya ile kurduğu ilişki somuttan dijitalle karışarak “hybrid” bir gerçekliğe bürünmüştür. Dijital gerçeklik yıllar geçtikçe teknolojinin gelişmesiyle muhakkak farklı bir boyuta taşınacaktır. İçinden geçtiğimiz bu zaman dilimi hem uygarlık tarihi açısından hem de edebiyat tarihi açısından bir kırılma noktasıdır. Gerçeklik kavrayışımız, gerçeklikle olan ilişkimiz temelden değişmiştir. 

Gerçekliği kavrama biçimi değişen yazarın ve şairin ürettiği metinlerle klasik anlamda gerçeklikle bağ kuran şairin ve yazarın ürettiği metinler arasındaki farkı ortaya koymamız gerekir ki edebiyat tarihinde bu dönem sağlıklı bir zeminden yola çıkarak anlaşılsın. Artırılmış Edebiyat-Augmented Literature edebiyat tarihinde keskin bir dönemeçtir. Edebiyat tarihinin akışı gidişatı değişmektedir. Bugüne değin üretilen hiçbir metin bugünden sonra çıkacak hiçbir metinle aynı zeminde algılanmayacaktır. Gerçeklik değişmiştir. Zemin değişmiştir. Dünyayı ve hayatı algılama biçimi somuttan dijitale evrilmiştir. Şair ve yazar “hybrid” bir gerçeklikte, artırılmış-augmented bir gerçekliğin içinde yaşamaktadır. En başta sormam gereken soruyu en sonda soruyorum. Gerçeklik edebiyatın neresindedir? Bu mesele üzerinde bu kadar durmamın sebebi tamamen bu soruya vereceğim cevapta saklıdır. Gerçeklik edebiyatın kendisidir!

Referans

Althusser, Louis.(2019). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. (çev. Alp Tümertekin). İthaki Yayınları. İstanbul.

Goldway, David. (1967). Appearance and Reality in Marx’s “Capital”. Science & Society, Vol.31, No.4. pp 428-447.

İsi, Hasan. (2015). “Gerçek” ve “Hakikat” Sözcükleri Üzerine Felsefi ve Dilbilimsel İnceleme. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. Cilt: 8 Sayı: 41

Karapaşaoğlu, Halil. (2021). Metnin Metalaşma Süreçleri; Edebiyatçı’nın Dünyadan Kopması. 21 Mart Edebiyat Platformu. https://yirmibirmart.com/metnin-metalasma-surecleri-edebiyatcinin-dunyadan-kopmasi/

Karapaşaoğlu, Halil. (2020). Ahir Zaman Âlemi. Buffer Zone Press. Lefkoşa.

Ritchie, G. David. (1892). What is Reality?.  The Philosophical Review. Vol. 1 No.3. pp. 265-283

Rokhsaritalemi, Somaiieh. Sadeghi-Niaraki, Abolghasem. Choi, Soo-Mi. (2020). A Review on Mixed Reality: Current Trends, Challenges and Prospects. Appl. Sci. 2020, 10, 636; doi:10.3390/app10020636

Türk Dil Kurumu (TDK). (2011). Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 

Wyld, C. Henry. (1958). The Universal Dictionary of the English Language. The Waverley Book Company Limited. London


[1] Avatar, sanal ortamda bizi temsil eden dijital varlığımız.