İlk okuduğunuz klasikleri ya da çeviri şiirleri hatırlıyor musunuz? İyi çeviri, eserin yazarı bir yana çevirmenin adıyla hatırlanır. Eseri yeni baştan yazan, dili bir hamur gibi biçimlendirmeye uğraşan odur çünkü. Bu yüzden çeviri eser okunacağı zaman şaşmayan kaideler vardır; Hasan Ali Yücel klasikleri, Kâmuran Şipal, Yüksel Pazarkaya, T. Bernard okunacaksa Sezer Duru ilk tercihler olur. Bunun yanında benim gibi sözlük yazarlarından şiir çevirileri okumak istemeyenler de vardır. Dil bilimcilerin dizenin kanını emdiğini, şiirin ruhunu, ezgisini hiçe sayarak yalnızca çeviride doğru kelime seçimine odaklandığını ve sonunda ortaya çıkan çevirinin, şiirden epey uzağa düşmüş kuru bir dalı andırdığını düşünürüm. Bu bağlamda çeviri şiir okunduğunda, çevirmenin şair ya da öykücü olması okuru şiirin aslına yakınlaştırır. Füruğ okurken Farsça sözlük yazarlarının yaptığı çevirileri değil Onat Kutlar ile Celal Hosrovşahi çevirisini tercih etmek gibi. Yalnız şiirde değil düzyazıda da bu böyle. Bir önceki arşiv paylaşımımda Tezer Özlü’nün çevirdiği Pavese öyküsü, şimdiye dek okuduğumuz Pavese çevirilerinden farklı.
Elbette sadece dil hakimiyeti, edebi bilgi, kültür bilinci yetmez, asıl dilde bir duyuşa, müziğe, bakış açısına, çevrilen eserin bağlı olduğu akımın getirilerine kadar birçok uzantı gereklidir. Biçimdeki, yapıdaki ufak bir sarsıntının şiiri yerle bir edeceğini savunanlar varken biz onların çevirilerini okuduk. Okuduğumuz şiir, metnin aslı değil de bir başka söyleyiş mi oldu? Kendi tınılarından uzak şiirleri mi duyduk? Evet, bir anlamda farklı bir bedene kendi giysilerimizi yakıştırdık.
Yayıncıların, çevirileri pazarlamaya odaklanması, yeni çıkan bir kitabı, kendi dilimizde birkaç ay içinde raflarda görmemiz belki de son dönemde yerli edebiyattan çok çeviri eserlerin yer aldığı vitrinler bu mevzu üzerinde tekrar düşünmeye yeterli. Kendi aramızda tartıştığımız ‘iyi çeviri’ meselesini, Oktay Rıfat’ın “Şiir Çevrilir mi” yazısına denk gelince arşiv köşeme taşımaya karar verdim. Mart 1981 tarihli Yazko Edebiyat Dergisi’nde yer alan bu yazıda, Oktay Rıfat sembolist şairlerden verdiği örneklerle okuduklarımızın ‘çeviri değilse ne?’ olduğunu uzunca anlatıyor. Bir anlamda okuduğumuz çoğu çeviride aldanmış olduğumuz kanısına varıyoruz. Çünkü her şairin şiiri başka bir dile çevrilemez. Ancak kelimelerin sınırlılığında bir aktarım gerçekleşir. Gerek büyü bozulur gerek duyuş yok olur. Dilin içinde başka bir dilden bahseder Oktay Rıfat. İşte farkına varmadan okuduğumuz çevirilerde kayıp olan budur. Şimdiye kadar okuduğunuz iyi çevirileri bir düşünün, hiçbirinde metnin aslına ulaşamadığınızı düşünün bir de. Hem kendinden olmayanı taşır hem de kendinden olanı yitirir okuduğumuz yeni metin. Ama elbette bu da şairden şaire, imgenin gücüne göre değişir. “Bir Mallarme’yi hele Türkçeye çevirmenin olanaksız olduğunu söyleyebilirim. Buna karşılık bir Orhan Veli hiçbir şey yitirmeyebilir ustalıkla çevrilirse.”, diyerek bitiriyor yazısını Oktay Rıfat. Ben de bu cümlenin peşine düşerek 1951’de çıkan Tercüme Dergisi’nde yer alan Orhan Veli’nin Güzel Havalar şiirinin Fransızca çevirisini buluyorum. Tercüme Dergisi tam da Hasan Ali Yücel’in çeviri faaliyetlerinin olduğu dönemde, çeviri hususunda nelere dikkat edilebileceğini, edebiyatımızda çeviriye yön vermek adına çıkıyor. Hem Batı’dan örnek çeviriler sunuyor hem de Türkçe şiir ve düzyazıların da çevirilerini yayınlayarak tam seksen yedi sayı çıkıyor. Dönem politikasının da bir uzantısı olarak çalışmalar yayınlayan Tercüme Dergisi’nin ön sözünü de sizinle paylaşarak çeviri bahsinin hassasiyetini yansıtmayı amaçlıyorum. Bu bağlamda okuduğumuz piyasa çevirilerine karşın zihnimizde soru işaretleri oluşması kaçınılmaz. Tam da bu noktada ‘seri çeviriler’e yön vermek adına çeviri alanını geliştirebilecek alternatif bir düşünce arayışında olabiliriz.
Edebiyatla kal sevgili okur.
(Yazko Edebiyat‘ın Mart 1981 tarihli sayısı ve Tercüme dergisinin Mayıs 1951 tarihli sayısı görselleri aşağıdadır)